22 Ekim 2025 Çarşamba

Türk Tıbbının Başlıca İki Ekolü: Hacettepe ve Çapa

Değerli arkadaşlar hepinize merhabalar.*

Türk tıbbının iki büyük ekolü olan Hacettepe ve İstanbul tıp (Çapa) fakültelerinden bahsedeceğim. Diğer fakülteler bu ekollerden doğmuştur. Diğer tıp fakültelerinden kimisi yeni yeni kendi ekolünü şekillendirmektedir, kimisi kimlik bunalımı yaşamakta daha kendi ekolünü oluşturamamıştır, kimisi de hala bu fakültelerin taklitleri ve kopyası şeklinde devam etmektedir.

Ekol Olmak Nedir?

Önce sözlük anlamından başlayalım. "Ekol" kelimesi Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğe göre "Bir bilim veya sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul" manasına gelmekte. Etimolojik olarak ise:

Fr école okul, sanat veya düşünce akımı << Lat schola okul EYun sχolḗ σχολή 1. dinlenme, işten geri durma, çalışmak zorunda olmama, 3. ilim, okul HAvr *seǵʰ- geri durma, dinme
Not: İng school biçimi Latinceden alınmıştır. Karş. YTü okul.

Nişanyan Etimolojik Sözlük

Ekol olabilmek için bir kişinin, kurumun ya da eserin kendi tarzını, niteliğini ve özelliğini oluşturması ve belirginleştirmesi gerekmektedir. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi ülkemizin ilk tıp fakültesidir. Kurulduğu 1453 yılında Ayasofya Medresesi'nde, 1470 yılında açılan Sahn-ı Seman Medresesi'nden Süleymaniye Külliyesi'ne,  1827'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane olmasından 1909'da Darülfünun olmasına ve 1933'te üniversite reformu ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi olmasına kadar birçok merhaleden geçmiştir. 550 yıldan fazla olan geçmişinde, Osmanlı'nın ilk modern tıp fakültesi olmakla, ülkemizin ise ilk tıp fakültesi olmakla ister istemez bir ekol halini almıştır. Ülkemizdeki geleneksel tıp fakültesi ekolünü temsil eder.

Ülkemizdeki diğer en güçlü ekol ise Hacettepe Tıp Fakültesi'dir. 1967 yılında görece yeni tarihte kurulmuş bir fakültedir. Aslından Hacettepe'den önce 1945 yılında Ankara Tıp Fakültesi, 1955 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1963 yılında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1966 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuştu. Peki daha sonraları kurulan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bunlardan daha önde bir ekol yapan neydi? Aslında ilk başında Hacettepe Tıp Fakültesi'nin orijini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bağlı çocuk hastanesidir. Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve yanına aldığı vizyoner öğretim üyeleri ile Ankara Tıp Fakültesi'ne bağlı çocuk hastanesi Hacettepe Üniversitesi'nin ve Tıp Fakültesi'nin öncüsü olmuş ve bugün ise büyük bir üniversite halini almıştır. Aslına bakarsanız Hacettepe Tıp Fakültesi'nin kökeni Ankara Tıp Fakültesi'dir, oradan ayrılmadır. Hacettepe'nin İhsan Doğramacı, Nusret Fişek, Doğan Karan gibi kurucu hocaları İstanbul Tıp ve Ankara Tıp mezunudur. Buna rağmen bu vizyoner hocaların vizyoner yönetimi sayesinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi bugün orijin aldığı fakülte olan Ankara Tıp Fakültesi'ni geçmiş ve daha belirgin bir ekol halini almıştır. Hacettepe ise kurulma aşamasından bu yana modern ekolü ve Amerikan tıp fakültesi ekolünü temsil eder.

Neden Ekol Olarak Sadece Hacettepe ve Çapa?

Çünkü Türkiye'deki diğer fakülteler bu fakültelerden köken almıştır ve bilerek isteyerek bu ekolleri tercih etmiştir.

Ülkemizin ilk tıp fakültesi İstanbul Tıp Fakültesi'dir. Sonrasında kurulan Ankara Tıp Fakültesi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ve hatta Hacettepe Tıp Fakültesi'nin kurucu hocalarının çoğu İstanbul Tıp Fakültesi mezunudur. Dolayısıyla geldikleri ekolleri devam ettirmişlerdir.

Hacettepe'nin yeni kurulmuş bir tıp fakültesi olmasına rağmen yazımında bahsettiğimiz iki ana ekolden birisi olması kendi ekolünü güçlü şekilde oluşturabilmesi ve diğer tıp fakültelerine de benimsetebilmesidir.

Diğer tıp fakültelerinden de ilk paragraflarda bahsettiğim gibi güçlü ekoller oluşturmuş ve kendi karakterini oturtmuş kaliteli fakülteler var. Ama ana ekoller olarak Hacettepe ve Çapa'dan bahsedilecektir. Cerrahpaşa da Çapa'nın kardeş fakültesi olduğu için Çapa çıkarımları geçerlidir.

Eğitim Anlayışı

Eğitim anlayışı açısından bu iki fakülte arasında önemli farklar vardır. Çapa genel olarak öğrencisini sıkmayan, klinik ağırlıklı bir eğitim vermektedir. Hacettepe ise öğrencisi sıkan, bilimsel ve temel bilimler ağırlıklı bir eğitim vermektedir. Bundan dolayı Çapa'da okuyan bir öğrenci bilgisini kendisi şekillendirebilmekte, standart olmayan bir bilgiyle mezun olabilmektedir. Bundan kastım öğrencinin bir konuda çok iyi ya da zayıf, bilgili ya da bilgisiz olabilmesidir. Yani eğitimin genel bir standardı yoktur. 

Diğer yandan Hacettepe öğrencisinin ilgisine önem vermeden her öğrencisini standart bir bilgi birikimi ile mezun etmektedir. Öğrenci kendi çabası ile kendine bir şeyler katabilmektedir fakat fakültenin zorluğundan dolayı çok zor bir şekilde bunu başarabilmektedir.

İki ekolün eğitim anlayışı iki fakültenin hocalarından alıntılarla anlatmaya çalışacağım. Bir gün Çapa'da kadın doğum dersinde Prof. Dr. Abdullah Turfanda şöyle bir şey söylemişti: "Tıp eğitimi açık büfeye benzer çocuklar. Her şeyden yemeye çalışırsanız kusarsınız. Ondan dolayı ne yediğinize ve ne kadar yediğinize dikkat edin. Her şeyden yemeyin, seçerek yiyin." 

Çapa hocalarından gastroenteroloji öğretim üyelerinden Prof. Dr. Kadir Demir vardır. Kendisi fakülteyi dereceyle bitiren, uzmanlık sınavını dereceyle kazanan bir öğretim üyesidir. Buna rağmen sözlülerde öğrencileri zorlamaz, kolay sorularla yüksek puanlar verir. Bunun sebebini bir gün şöyle anlatır: "Ben doğal seleksiyona inanırım. Ben bilgiyi veririm, isteyen alır istemeyen almaz." Kadir hoca sözlüde öğrencileri zorlayamayacak bir hoca tabi ki değildir. Asıl sebep bilginin aktarılmasında ve eğitimdeki anlayıştır. Bu iki örnek birbirinden farklı gibi görünse de aslında özünde aynıdır ve Çapa'nın doğal seleksiyona inanan eğitim anlayışını ortaya koymaktadır. 

Tıp eğitimi günümüzde tamamına hakim olunması imkansız bir hal almıştır. Hepsine hakim olmaya çalışmak tümünü kaybetmeye yok açabilir. Açık büfe örneği de bu konunun altını çizmektedir. Bundan dolayıdır ki, Çapa'da her türlü eğitim imkanı vardır ama öğrenmek öğrenciye bırakılmıştır. Bundan ötürüdür ki Aziz Sancar gelmiş, biyokimya ve fotoliyaz yolundan devam etmiş, Alaattin Yavaşça gelmiş kadın hsatalıkları doğum ve Türk Sanat Müziği'nden yürümüş gitmiş, Adnan Çoban gelmiş hekim sanatkarlardan olmuş çıkmış ve daha bir sürü örnek. Aziz Sancar gibi bir şahsiyet ilgi alanını biyokimyada bulmuş, daha tıp 2. sınıftan fotoliyaz üzerine araştırmalarına ve okumalarına başlamış ve bugün ki kendisi Nobel Kimya Ödülü'nü almış. Bu kişileri başka şeylerle boğmanın bir manası var mı? İşte bunlardan dolayıdır ki Çapa "her şey çıkar, arada bir doktor çıkar" sözüne mahzar olmuş. "Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir doktor çıkar" sözünün de kökeni Çapa'dır. Bunun manası sadece doktor değil sanattan edebiyata bilime birçok alanda da önemli şahsiyetler vermesidir.

Hacettepe'nin eğitim anlayışını ise şu anektodla anlatılabilir: Hacettepe Tıp'ın efsane hocalarından Prof. Dr. Çağatay Güler söyle demiştir: "Tıp öğrencisi Gastrointestinal Sisteme (GİS) benzer. Biz içerisine her şeyi atarız, o istediğini sindirir istediğini ise sindirmez." Bu söz de Hacettepe'nin eğitim anlayışını bize vermektedir. Hacettepe, öğrenciye gerekli olan her bilgiyi yüklemeye çalışmaktadır. İstediğini alacağını istediğini ise sindirmeyeceğini düşünmektedir. Bu düşüncenin yanlışı ise her şeyin atıldığında GİS sisteminin ishal olacağı, gerekmeyen şeylerin yanında gerekli şeylerin de sindirilemeden çıkartılacağıdır.

Çapa'nın eğitim anlayışının doğru ve güzel özelliği bilgiyi ve öğrenmeyi öğrencinin kapasitesine ve ilgi alanına bırakmasıdır. Böylece öğrenci sıkılmadan, ilgiyle istediği konuyu öğrenecek ve istediği konuda kendini geliştirecektir. İlgi alanında ve severek ilerleyen öğrenci ise fark yaratacaktır. Bunun sonucunda birçok başarılı klinisyen, hekim sanatkar ve Aziz Sancar gibi bilimsel öncüler ortaya çıkacaktır. 

Çapa'nın eğitim anlayışının kötü özelliği ise öğrencilerin standart bir bilgiden yoksun olarak mezun olmalarıdır. Bir öğrenci çok iyi bir hekim olarak da mezun olabilir, çok boş bir şekilde de mezun olabilir. Ya da daha tıp fakültesinde iken bir öğrencimizin yaptığı gibi Yale'de çalışmalar yürütüp beyin anevrizmasının genini bulabilir. 

Hacettepe'nin eğitim anlayışının güzel özelliği öğrencilerini standart bir bilgi düzeyi ile mezun etmesidir. Kötü özelliği ise birçok mezununu bıktırması, sevdirmek yerine nefret ettirmesidir. Her şeyi GİS'ten aşağı atarsan sistem bozulur, ishal olur, gereksiz bilgileri bırak gerekli bilgileri bile sindirmez.

Normatif mi Diskriptif mi?

Bu iki kavram birbirinin karşıtıdır. Örneği etikte vardır: Normatif etik ve diskriptif (tanımlayıcı) etik. Diskriptif olanı, normatif ise olması gerekeni anlatır. Bu açıdan Hacettepe normatif ise, Çapa'da diskriptiftir. Hacettepe klinik ve eğitim sistemi olarak Amerikan sistemini almış ve güzel bir düzen kurmuştur. Bu düzende günlük olması gereken kadar hasta alınır, doktorlar öğlen arası yapar, doktor order yazdığında hemşiresi ve hastabakıcının bunu yerine getirmeme gibi bir şansı yoktur. Çapa'da ise aşırı miktarda, aslında bakılması gerekenden aşırı fazla hasta alınır polikliniklere, öğlen arası felan hak getire, akşam hasta kaçta biterse mesai o saatte biter. Sen order yaz ama nerede bulasın hemşireyi, hastabakıcıyı. Hastabakıcıları bulana aşk olsun. 

Hacettepe'nin sistemi güzel, evet. Peki Hacettepe sınırlarından dışarı çıkınca? Ülkemiz sağlık sistemi sizce hangisine benziyor? Hacettepe gibi değil tabi. O zaman yeni mezun olmuş çiçeği burnunda hekimimiz mecburi hizmete gittiğinde hastabakıcıyı arayıp bulamadığında, şoför hasta nakletmeyi reddettiğinde, hemşirelere sözünü geçiremediğinde, yazdığı orderlar yapılmayıp hasta yakınları kendisini bulduğunda, poliklinikte veya acilde hasta yoğunluğu altında ezildiğinde (bunların hepsi sağlık sistemimizde yaşanan şeylerdir) ne olacak? Olacağı söyleyeyim: Buna alışık olmayan Hacettepe mezunu bocalarken, daha fakülteden buna alışık olan Çapa mezunu gemisini yürütecektir. Acı ama gerçek. Fakültenin öğrenciyi ülke şartlarına hazırlaması gerekir.

Bu konuya Cleveland Kardiyoloji öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Tuzcu'yu örnek verebiliriz. Çapa'da kendisinin söyleşinde bulunma şansım olmuştu. Kendi ağzından dinledim. Kendisi tıp fakültesi mezuniyetini ve dahiliye uzmanlığını Çapa'dan alır. Türkiye'de uzman olarak birkaç yıllık hizmetin ardından Cleveland Clinic kardiyolojiye klinik tecrübe kazanmak ve sonrasında Türkiye'ye dönmek amacıyla gider. Burada imkanlar ve sistem Türkiye'nin aksine o kadar güzeldir ki, çok severek ve aşkla çalışır. Hiçbir şey kendisini durduramaz. O yıl yerli ve yabancı asistanlar arasında en başarılı asistan seçilir. Ve kendisine çok nadir yapılan bir şey yapılır ve Türkiye'deki dahiliye uzmanlığı kabul edilerek direkt olarak kardiyoloji yandalından başlatılır. Türkiye'de kardiyolojiye tıptan sonra direkt olarak girilebilse de ABD'de dahiliye sonrası yandal olarak girilebilmektedir. Bilenler bilir ,ABD'de ekseriyetle Türkiye'den alınan uzmanlıklar kabul edilmez ve tekrardan uzmanlık yapılması ondan sonra yandala başlanması istenir. Murat Tuzcu hocanın ender başarısı sonucu Kardiyoloji yandalına direkt kabulü olmuştur. Hoca da bunu Türkiye'de yaptığı uzmanlığa ve Elazığ'ın Maden ilçesinde 2 yıl yaptığı uzmanlık hizmetindeki imkansızlıklara bağlamaktadır. ABD'deki ABD vatandaşı asistanların en ufak şeyleri bile sorun yaptığını, şikayet ettiğini, kendisi ve geldiği şartlar için onlara sorun gelen şeylerin çok gülünç şeyler olduğunu söylemektedir.

Şehir Faktörü

Fakültelerin her özelliğinin yanında bulundukları şehirler de öğrencilerini ve mezunlarını etkilemektedir. İstanbul'da bulunan fakülte mezunları İstanbul nosyonu sayesinde daha sosyal yetişmektedir. Ankara'da ise sosyal aktiviteler ve olanaklar daha azdır, ekseriyetle bürokratik bir hava mevcuttur. Ankara mezunları sosyal yönden İstanbul mezunları kadar sosyal olmamaktadır. Hangi fakülte olduğunu geçtim İstanbul'da okuyan bir tıp öğrencisini İstanbul'un kendisi yetiştirir.

Kendi görüşüm olarak; insan üniversitenin yanında bir de hayat üniversitesinden mezun olmalıdır. Hayatı öğrenmek açısından bu önemlidir. İstanbul'da okuyan bir öğrenci hayat tecrübesi olarak daha fazla kazanım elde edecektir.

İstanbul'da hasta yoğunluğu daha fazladır. Hasta yoğunluğu ve çeşitliliği ise tıp öğrencisini pişiren bir gerçektir. Öyle ki Çapa için "klinik koridorlarında bile dolaşsan çok iyi doktor olursun" denilir. Diğer yandan Ankara'da ise hasta sayısı ve çeşitliliği İstanbul'a göre bir seviye geride kalmaktadır. Günümüzde Ankara'daki tıp fakülteleri kaliteli hizmetleri ve öğretim üyeleri sayesinde Türkiye'ni her yerinden hasta çekmektedir. Bu da hasta yoğunluğunu ve çeşitliliğini artırmaktadır. Ama yine de İstanbul'un gerisinde kalmaktadır. İstanbul'un nüfusu neredeyse 20 milyon iken Ankara 5 milyon civarındadır. İstanbul'a, bırakın Türkiye'yi, artık sağlık turizmi ile dünyanın her yerinden hastalar gelmektedir. Bu da İstanbul'u bir adım öne çıkartmaktadır.

İstanbul'un eksisi ise öğrenciyi amacından uzaklaştırabilecek çok engel olmasıdır. Sosyal aktiviteler, gezilecek yerler, trafik, kalabalık,... gibi birçok faktör öğrencisi dersten ve akademik uğraşlardan alıkoyabilmektedir. Diğer yandan Ankara ise derslerinize ve akademik çalışmalarınıza çok rahat vakit ayırabilmekte iken dikkat dağıtıcı unsurlar minimal düzeylerdedir. Ankara'nın bu artısı mevcuttur. 

Geleneksel Ekol vs Amerikan Ekolü

Yazının girişinde de bahsettiğim gibi İstanbul Tıp Fakültesi ülkemizin geleneksel ekolünü, Hacettepe ise Amerikan ekolünü temsil etmektedir. Hacettepe'de çalışan okuyan bir tıp öğrencisi ya da asistan doktor Amerikan ekolünü hemen fark edecektir. Rahmetli İhsan Doğramacı Hacettepe'de Amerikan tıp fakültesi ekolü doğrultusunda çok iyi bir sistem kurmuş, bu sistem bugün de işler bir vaziyette devam etmektedir.

Uluslararası Bilinirlik

Bu konuda çok asıp kesmeye gerek yok. Bizim yarıştığımız Amerikan tıp fakültelerinin yanında çok bir varlığımız olduğu söylenemez. Diğer yandan Avrupa tıp fakültelerine göre oldukça iyiyiz.

Amerika'ya staj için giden bir arkadaşıma sormuştum. O da Türkiye'de en çok İstanbul ve Antalya'daki tıp fakültelerini biliyorlar, demişti. O da bu yerlerin tatil beldeleri olmasından dolayı. Yurt dışında özellikle bilimsel özellikleriyle öne çıkan veya bilinen bir tıp fakültemiz yok.

Uluslararası akademik sıralamalara gelince makale, öğretim üyesi sayısı, atıf sayıları gibi bazı parametreler alındığında iki fakülte de kafa kafaya gitmektedir. Bazı sıralamalarda Çapa, bazılarında ise Hacettepe daha yüksek sıralamalarda olmaktadır. Bu açıdan da çok birbirlerine üstünlükleri olduğunu söyleyemeyiz.

Reklam, Tanıtım, İnovatif Yapı ve Gelenekçilik

Hacettepe Üniversitesi devlet üniversitesi olmasına rağmen eski yıllardan beri reklamını ve tanıtımını yapan bir üniversitedir. Şu anda bazı devlet üniversiteleri reklamını tanıtımını yapsa da eskiden devlet üniversitelerinin reklam ya da tanıtım yapması pek görülen şeyler değildir. Örneğin İstanbul Üniversitesi reklam yapacak, gülerdi insanlar. Günümüzde ise ne olduğunuz değil, kendinizi nasıl gösterdiğiniz, denilen şekliyle ALGI daha da önem kazanmış durumda. Sanırsam 50 yıl gibi kısa bir sürede Hacettepe'nin bu hale gelmesinde reklam ve tanıtımların da büyük rolü var. Hacettepe'nin bu vizyonunun arkasında da vizyoner kurucuları var. İstanbul Üniversitesi ise bugün reklam ve tanıtım konusunda emekleme seviyesinde başlamasına rağmen eskiden beri geleneksel bir tavır sergilemekte. Kökleşmiş şeylerin değişmesi daha zor oluyor. İşte bu noktada Hacettepe'nin avantajı daha fazla. Kendisini bağlayan bir geçmişi yok, bu da fakülteye daha inovatif bir yapı kazandırıyor. Bu açıdan Hacettepe inovatif, Çapa ise daha gelenekçi diyebiliriz.

Örneğin Hacettepe, ülkemizde ilk ve yakın zamana kadar tek olan MD-PHD programını hayata geçirmiştir. Tıp öğrencilerinden 2. sınıfın sonunda seçilen öğrenciler aynı zamanda bir PHD programına başlayabilir ve tıp diplomasının (MD) yanında bilim doktorluğu (PhD) unvanını da aynı zamanda kazanabilirler. İki fakültenin de güzel yönlerini görmek lazım.

Bir dipnot. Bugünlerde en çok reklam yapan tıp fakültesi Koç Tıp. Daha herhangi bir malumata sahip olmayan lise mezunu ve müstakbel doktor adayları ise reklama kanıp Koç Tıp'ı ülkemizin en iyi tıp fakültesi sanıyorlar. Koç Tıp şu anda bilimsel ve araştırma ağırlıklı bir tıp eğitimi veriyor. Bununla da reklam yapıp övünüyor. Ama yıllar önce Çapa'ya gelip öğrencilerinin Çapa'da staj yapması için başvurmuşlardı, red cevabı almışlardı. Bunu kimse bilmez. Öyle olması gerektiği için mi araştırma ağırlıklı eğitim veriyorsunuz yoksa öğrencilere klinik eğitim verecek bir hastane ve hasta imkanınız olmadığı için mi? Yıllardır İstanbul'daki özel üniversite tıp fakültesi öğrencileri Yeditepe'sinden Bilim Üniversitesi'ne Çapa ve Cerrahpaşa acillerine takılırlar, bizler de öğretmek amacıyla yardımcı olurduk. Ondan dolayı özel üniversite reklamlarına bakmayın, gerçekte ne olduklarına bakın.

İngilizce Tıp Yaklaşımı

Geçenlerde İngilizce tıp okumak üzerine bir yazı yazmıştım. Blogda mevcut. Burada da özet geçeyim. İstanbul Üniversitesi ve tıp fakülteleri olan (her ne kadar bugün kardeşler ayrılsa da köken olarak aynı kökenden gelen) Cerrahpaşa ve Çapa tarihsel nedenlerle ekseriyetle Türkçe tıp eğitimi vermektedirler. Çapa ve Cerrahpaşa'nın çok az İngilizce tıp kadrosu bulunmaktadır. Diğer yandan Hacettepe eğitimde Amerikan sistemini baz almış ve İngilizce tıp sistemi ile devam edegelmiştir. Önceki yazıda da söylediğim gibi tıp öğrencisi ve doktoru muhakkak İngilizce bilmeli fakat tıp eğitimi Türkçe olmalıdır. 

İstanbul Üniversitesi tarihinde yabancı dilde (1800'lü yıllarda Fransızca) eğitim yapılmış, öğrenmedeki zorluklar nedeniyle ana dilde eğitime geçilmiştir. Atatürk de üniversite reformu sonrası Almanya'dan gelen bilim adamlarına ana dilde eğitimi ve ana dilde kitap yazmayı şart koşmuştur. Buna rağmen İngilizce tıp eğitimi yanıştır. Yine söylüyorum: Tıp öğrencisi ve doktoru kendisini mesleki olarak geliştirmek ve liretatür takip etmek için yabancı dil muhakkak bilmelidir, fakat tıp ana dilde okunmalıdır. Evet, İngilizce tıp size iyi bir İngilizce kazandırabilir, fakat hekimlik bilginizden çalar.

Farklı Ekollerden Faydalanma / Ekollerin Sentezi

Ülkemiz ve insanımız farklı ekollerden faydalanılması noktasında olması gereken yere gelememiştir. Hacettepe ya da Çapa öğretim üyelerinin geçmişlerine bakın. Hepsinin mezuniyetleri, uzmanlıkları, doçentlikleri ve profesörlükleri aynı fakültedendir. Hepsi ya Çapa'da doğmuş, büyümüş ya Hacettepe'de doğmuş büyümüştür. Peki ama bu doğru mu? Amerika'da bir öğrenci Harvard'tan mezun oldu ise öğretim üyesi uzmanlık ya da doktora için öğrenciyi başka üniversiteye yönlendirir: Örneğin Yale, Stanford,... Öğrenci uzmanlığını da bitirdiğinde öğretim üyesi fellowship için öğrencisi daha başka bir yere yönlendirir: Örneğin, Clevaland, Princeton, Johns Hopkins,... Bunun amacı nedir? Kişinin farklı ekollerden farklı yaklaşımlar almasıdır. Harvard Tıp'tan mezun olan bir öğrenci için öğretim üyesi fakülteden alacağı bilgi ve görgü birikimi aldığını, uzmanlık için farklı bir merkeze girmesi gerektiğini söyler. Fellowship için daha farklı, asistant professor olmak için daha farklı üniversitelere gitmesi gerektiğini düşünür. Ama bizde tam tersidir: Öğrenci nerede doğdu ise profesör olarak orada ölür. İsterim ki Hacettepe'de okuyan Çapa'da uzmanlık yapsın, Çapa'da okuyan Hacettepe'de uzmanlık yapsın. Böylelikle farklı ekoller görülecek ve bilgi - görgü - yaklaşım - perspektif artacaktır.

Üniversite Sınavı Puan Sıralaması

Dikkat ederseniz yazı boyunca üniversitesi sınavı puanlarına girmedim. Fakülte puanları yanıltıcıdır. Konuyla alakalı malumatı olmayan lise öğrencilerinin tercihlerini yansıtır üniversite sınavı puanları. Kim daha çok reklam yapıyorsa onun puanı yükselir. Öğrencilerin tercihlerine göre yükselir. Kontenjan sayılarına göre yükselir ya da düşer. Ama tıp fakültesinin eğitim kalitesini üniversite sınavı puanı belirlemez.

Tıp Eğitiminde Olması Gereken

Tıp eğitim açısından mükemmel bir tıp fakültemiz yoktur. Her fakültenin iyi ya da kötü yanları vardır. Tıp fakülteleri arasında yine de en iyi fakülteler ekolleri ve kendilerini kanıtlamaları ile Hacettepe ve Çapa'dır. Ben olsam her fakültenin en iyi noktalarını alırım. Örneğin Hacettepe'nin temel bilimlerini, Çapa'nın klinik bilimlerini, Hacettepe'nin standardizasyonunu, Çapa'nın doğal seleksiyonunu, Cerrahpaşa'nın arazisini, Marmara'nın eski binasını, İzmir'in denizini, Koç'un reklamı .... vs. Tıp fakültesini bir fakültede okursunuz, uzmanlığı başkasında yapar yine o fakültenin iyi yanlarını alabilirsiniz. Yandalı başka yerde yaparsınız. Böylece çeşitlilik olur ve kendinizi geliştirmiş olursunuz. Tıp fakültesi bu yolun başlangıcıdır.

Yine de bir sıralama yapmak gerekirse en iyi tıp fakültelerini gruplandıralım:
En iyiler ve ilk sıradakiler: Çapa, Cerrahpaşa, Marmara, Ankara, Hacettepe, Ege, Dokuz Eylül
İlklerin arkasından gelenler: Gazi, Uludağ, Çukurova, Trakya, Samsun, Atatürk, Dicle, KTÜ
Diğer tıplar
Özel tıplar
Özeller arasında bence en iyiler: Yeditepe, Medipol

Sonuç

Her zaman ve her yazımda bahsettiğim gibi bahsettiğimiz bu şeyler kişinin kendisinin arkasında gelir. Kişi hangi fakülteye ya da tıp fakültesinde okursa okusun bilim aşkıyla çalışma azmiyle çok iyi yerlere gelebilir. Bahsettiğimiz fakülte mezunlarına nal toplatabilir. Yazıda anlattığımız bu fakültelerin imkanlarının diğer fakültelere göre daha iyi, öğrencilerinin bir adım önde olduğudur. Diğer yandan kişinin kendi gayreti asıl belirleyicidir.

Hacettepe ve Çapa ekolleri ile olan tespitler 15 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu süre içerisinde bu fakülteler de çok değişti. Bazı çıkarımlarım bugün güncelliğini yitirmiş olabilir. Yeni bazı özellikler kazanmışlar, daha iyiye ya da kötüye gitmiş olabilirler. Bu yazı genel bir çerçeve çizmek, Türk tıbbına bir not düşmek amacıyla yazılmıştır.

Buradaki çıkarımlar kendi düşüncelerim ve yaşadıklarımdır. Yüzde yüz ya da her öğrenci - mezun için doğru olacak diye bir kaide yoktur. Kendi görüşlerim ve ağır bastığını düşündüğüm özelliklerdir.

Ülkemiz tıbbı ve tıp eğitimi birçok Avrupa ülkesine göre iyi durumda, Afrika ve Asya'ya göre ise çok ileri durumdadır. Diğer yandan sadece Amerika'nın gerisindeyiz. Önemli olan aramızdaki farklılıklara odaklanmak değil, Türk tıbbını ve tıp eğitimini elbirliği ile daha iyiye ve ileriye götürmektir. İhsan Doğramacı'nın dediği gibi: "Daha ileriye, en iyiye."

*Bu yazıda geçen çıkarımlar genel çıkarımlarımdır. Her öğrenci ya da her mezun için tabi ki geçerli değildir. Burada belirtilenin aksine olan öğrenci ve mezunlar tabi ki bulunmaktadır.

*Bu iki ekolü karşılaştırmaya ehil misin? diye düşünebilirsiniz. Kesinlikle değilim. Sadece deneyeceğim. Diğer yandan babadan Cerrahpaşalıyım, hem Çapa'da hem de Hacettepe'de öğrenciliğim ve asistanlık yapmışlığım var. Bu işte çok iyiyim, mükemmelim diyemem. Ama en azından bu yola çıkabilecek arka plana sahibim.

Profesör olmadan önce Uzman, Uzman olmadan önce Doktor, Doktor olmadan önce İnsan OL


Sn meslektaşlarım. 

Bu yazı, tıp özelinde, her alanda akademik olsun olmasın bir makama gelmiş kişiler için bir ibret taşıyabilir.

Tıp alanı için konuşmak gerekirse, insanlıkları! sorgulanmadan tıp fakültesini kazanan öğrenciler önce tıp fakültesinden mezun olup doktor olurlar, Tıpta Uzmanlık Sınavı'nı kazanır ve uzman olurlar, akademik kariyer yaparlarsa profesör yani hoca olurlar. Gidişat böyledir.

O zaman olması gereken gidişat: İnsan -- Doktor -- Uzman -- Profesör hoca

Önce tümden gelelim:

Alanda profesör unvanını almış birçok hocamız vardır. Bu hocalarımızı ekseriyetle özel hastane ve muayenehanelerde görürüz. Tıp fakültesinde gördüğümüz profesörlerimiz de çoğunlukla mesaiyi doldurup özel yerine gitme derdindedirler. Öğrenci eğitiminde, asistan eğitiminde, üniversite aktivitelerinde ve hasta bakımında kendileri çok işin içinde değildir. Çoğunluğunun alanında ne kadar uzman? oldukları da tartışılır. Uzman olduktan sonra YÖK kriterlerini karşılayacak kadar, nitelik açısından zaten önemli olmayan yayınlar yapmışlar ya da yaptırmışlardır.

Devlet ve özel hastanelerdeki uzman doktorlara bakalım. Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra çoğu alanda hiç çalışmadan, pratisyen doktorluk yapmadan asistanlık kazanmış ve yalapşap bir eğitimle uzman doktor olmuşlardır. Tıp fakültesinin en önemli dönemleri olan 4. 5. ve 6. sınıfta tıbbı öğrenmek yerine TUS çalışmışlardır. Ne tıbbiyeyi doğru düzgün okumuş, ne 6. sınıfta doğru düzgün intern hekimlik yapmış, ne de fakülteyi bitirdikten sonra hekimlik yapmışlardır. Ülkemizde mevcut orman kanunları gereği geçer akçe olan uzman doktorluğu kazanabilmek adına her çaba içine girmiş, TUS dershanelere aşırı derecede para dökmüşlerdir. Amaçlarını elde etmişler ve bir uzmanlığa yerleşmişlerdir. Uzmanlık eğitimleri sırasında mesai ve nöbete kasmışlar, günü kurtarmışlar ve bir şekilde uzman olmuşlardır. Bu tarz uzman hekimler hayatlarında hiç pratisyen hekimlik yapmadıkları için pratisyen hekimleri de ezmeye çalışırlar.

Ülkemizin doktorlarına gelelim. Üniversite sınavında soruları en iyi ve en doğru yuvarlak içerisine alanı doktor yapıyoruz. İnsanlığına, kişiliğine, sosyal yardım kişiliğine, vicdanınıa,... bakmıyoruz. Ayrıca tıp doktorlarını 18 yaşında tıp fakültesine almak da tartışılır. Yurt dışında bir kere 18 yaşındaki bir bireyi tıp fakültesine almıyorlar. Tıp öncesinde 4 yıllık bir biyoloji, tarih, sosyoloji,... gibi bir bölüm bitirmesini istiyorlar. 22 yaşından önce ve bir bölüm mezunu olmadan tıp fakültesine giremiyorsunuz. 18 yaşındaki birisinin tıbbın gerektiği ciddiyeti sağlamasını beklemiyorlar. Ki ülkemizde de 18 yaşında tıbba giren bir öğrenci bu durumun ciddiyetini sağlayamıyor. Diğer bir faktör sosyal sorumluluk. Bir hekimin sosyal sorumluluk sahibi olması gerekiyor. Yurt dışında tıbbiyeye başvururken o zamana kadarki yaptığınız sosyal sorumluluk projelerine de bakıyorlar, sadece sınav puanlarınıza değil. Mevcut verilerle de kişiler mülakata alınıyor. İnsanlık açısından güçlü çocuklar tıp fakültesine kabul ediliyor. Bizde ise dediğim gibi, bu faktörlerin hiçbirisine bakılmadan, sadece soruları en iyi yuvarlak içine alanlar tıbbiyeyi kazanıyor. O zaman "insanlık" kavramı bu öğrencilerde aranamaz, çünkü bir kıstas olarak alınmadı. Bu nedenle ki tıp öğrencileri arasında otistiği de var, kişilik bozukluğu olan da, insanla hiç alakası olmayan da var, insandan kaçan da. E işimiz insanla, nasıl olacak? Sonra başlasın TUS çalışıp insandan kaçan bölümlere kaçmalar. İnsanla uğraşan bir bölümde biyokimya nasıl derece ile alabilir?

Şimdi baştan gelelim:

Kişilik özelliklerine bakılmadan, sosyal sorumluluğuna bakılmadan öğrenciler, erken denilebilecek, sorumluluklarının ve ciddiyetinin farkında olmadığı bir yaşta tıp fakültesine öğrenci alınıyor. Sorun buradan başlıyor. Doktor olmadan önce İNSAN olmak lazım.

Bu öğrenciler mesleklerini en iyi öğrenecekleri 4. 5. ve 6. sınıflarda TUS çalışıyorlar. Zaten 1. 2. ve 3. sınıf temel bilimlerde çok genç oldukları için temel bilimlerin öneminin farkında değiller. Bitirince çoğu doktorluk bile yapmadan TUS ile uzmanlık eğitimine başlıyorlar. Çoğu üniversite hastanelerinde uzmanlık eğitiminde doğru düzgün hasta bile görmüyorlar. Uzmanlığı da bitiyorlar. E bu insanlar doktorluk bile yapmadı ki? Demek ki, uzman olmadan önce İNSAN ve DOKTOR olmak lazım.

Bence her tıp doktoru en az 1 yıl mecbur hizmet yapmalı. 1 yılın sonunda uzmanlık eğitime başlayabilmeli. Bu kişilerin önce doktor olmayı öğrenmesi ve sahayı görmesi lazım. Uzmanlık sınavını kazansın, hakkı baki olsun, saha görevi sonrasında başlasınlar uzmanlık eğitimine. Ayrıca üniversite sınavında tıbba yerleşirken yapılan yanlışlar TUS sınavında da yapılıyor. Yurt dışında uzmanlık sınavında puanın yanında kişilerin makalelerine, bilimsel aktivitelerine, sosyal sorumluluk projelerine de bakılıyor. Cerrah olmak isteyenlerin el yeteneğine bakılıyor. Bizde eli zangır zangır titreyen cerrahi yazıyor. Direkt olarak yüzünüze bakamayan, insani ilişki kuramayan doktor psikiyatri yazıyor. Laboratuvarın L'sini sevmeyen temel bilimler yazıyor. Bu kadar da olmaz! Yanlışlar devam ediyor...

Uzman doktorlarımız! sahada hasta bakmak ve nöbet tutmaktan ölümüne kaçıyorlar. Uzmanlık eğitimlerinde bölümün angaryasını çekip eğitim almayan, kendisinin de zaten umurunda olmayan uzmanlarımız özel hastanelerde ve muayenehanelerde daha yüksek ücrete çalışmak, devlet hastanelerinde nöbetten çıkmak ve bizzat hasta bakmamak için oturup doçentliğe çalışıyorlar. Literatüre hiçbir katkısı olmayan ancak YÖK'ün doçentlik kriterlerini sağlayacak çalışmaları yapıyorlar ya da parayla yaptırıyorlar. COVİD zamanında COVİD ile alakalı 5 tane makale yazıp hoca oluyorlar. Sonucunda eğitimci olmak için değil, bu faktörlerden dolayı hoca oluyorlar. Demek ki, hoca olmadan önce İNSAN, DOKTOR ve alanında UZMAN olmak lazımmış.

Bu hocalarımız hoca olduktan sonra para, makam, entrika peşinde koşmaya devam ediyorlar. Aslında bilimsel çalışma, makale, öğrenci - asistan eğitimi, sosyal sorumluluk peşinden koşmaları lazımken. Ancak tıp fakültesinin girişinden başlayan, insan olmakla başlayan bu yola yanlış başlanıp yanlış ilerlendiği için bu sistemin meyvesi olan hocalarımızda da zaten makam, para ve entrika hariç bir şey bekleyemeyiz. Bu sistemin içerisine girmemiş, kazara istenen yere gelmiş hocalarımızı da sistem zaten cezalandırmaktadır.

Son Söz

Sn Doktor bilmem kim

Sn Uzman Doktor bilmem kim

Sn. .... hastalarıkları uzmanı Profesör Doktor bilmem kim...

Bu unvanları isminin başına yazabilirsin ancak:

İnsan olmadan doktor unvanı alabilirsin, ancak hekim olamazsın. Tıp doktorluğu akademik bir derecedir.

Doktor olduktan sonra uzman olabilirsin, ancak alanında alanında uzman ve hekim olamazsın.

Uzman olduktan sonra profesör olabilirsin, ancak öğretmen, hoca, uzman ve hekim olamazsın.

Bir tıp fakültesi profesörü, tıp öğrencilerine şöyle diyor: "Oğlum eşeği bağlasan mezun olur". Tıp fakültesi eğitimi elinde olan bir kişinin bu sözü demesi ne kadar ayıp. Ama öğrencinin de cevabı altta kalmıyor: "Biraz daha başlarsan da hoca olur!". Böyle hocaya böyle öğrenci...

Ne ekersen, onu biçersin.

Saygılarımla.

21 Eylül 2020 Pazartesi

Eğitimin Dünü, Olması Gereken Bugünü ve Olur Mu Bilmeyiz Yarını

Değerli dostlar hepinize merhabalar.

Ülkemizde EĞİTİM dediğimiz zamanda hepimizin yarasıdır. Diğer yandan da hepimizin üzerine kafa yorduğu bir alandır. Her konuşmamızda bir şeyler yaparız, yıkarız, keşkeler çekeriz. Ben de bugün uzun zamandır olması gereken ama yapılmayan, pandemi süreci ile nihayet yapılmak zorunda kalınan eğitim hamlelerinden bahsedeceğim.

Yazıda üzerinde durulacak EĞİTİM kavramı tabi ki yüksek öğretim ve yetişkin eğitimi genelince tıp eğitimi özelinde olacaktır.

Eğitimin Geçmişi

Eğitimin geçmişi dediğimiz zaman Harvard, Johns Hopkins gibi Oxford gibi batılı ekollerin oluşturduğu ve günümüze kadar gelen eğitim tarzından bahsediyoruz. Teorik eğitim ile başlayan pratik eğitimle desteklenen, usta çırak ilişkisini önemseyen tıp eğitimi. Bu ekoller oluştuğundan bu yana son 200 yılda eğitimin üzerine çok bir şey koyabilmiş ya da çok bir ilerleme kaydedebilmiş değiliz.

Eğitim Olması Gereken Bugünü

Eğitimin olması gereken hali ise mümkün olan her alanda dijitalleşmiş, sanallaşmış olması ve bundan arta kalan zamanlarda yüz yüze teorik ve pratik derslerin verilmesi idi.

Bugün beğenelim ya da beğenmeyelim TUS dersaneleri 2005'li yıllardan bu yana OFFLINE adı altında eğitim vermekteler. Bildiğiniz üzere bu eğitim şekli yüz yüze verilen derslerin video kayıtlarının alınması ve bilgisayar salonlarında öğrencinin istediği zaman izleyebilmesi hatta istediği yerde hızlandırabilmesi, geri alabilmesi, ileri sarabilmesi gibi imkanlara da olanak sağlayan bir eğitim şekli. Günümüzde TUS dersanelerinin OFFLINE eğitimleri telefonlardan veya bilgisayarlardan istediğimiz yerde ulaşabileceğimiz bir noktaya bile geldi. TUS sektörü genel olarak temiz bir sektör değil ama dijital olanakları çok iyi şekilde kullanmaktalar.

TUS sektörü ile aynı şekilde tıp fakülteleri dönem derslerini video olarak kaydedip öğrencilerinin her zaman ulaşabilecekleri bilgisayarlara koyamazlar mı? Her yerden ulaşılabilecek online platformlar oluşturulamaz mı? Pratik derslerde öğretilen muayene yöntemleri, hastaya yaklaşım gibi gibi konular video serileri ile anlatılamaz mı? Günümüzde tıp eğitiminin ve diğer yüksek öğretimlerin gelmesi gereken nokta bu değil miydi? Ama şimdiye kadar bunca dijital imkana rağmen ülkemizde hiçbir çalışma olmadı. İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) gibi Hacettepe gibi ülkemizin öncü tıp kuruluşları bu imkanları sağlayıp ülke geneli bir lokomotif görevi göremezler miydi? Böylece öncü kimliklerini de göstermiş olurlardı. Bu kurumlar harici bir kurum kalkıp bu işi yapsa kalkıp takdir etmez miydik?

Tıp eğitimin bugün olması gereken, dönem dönem tüm teorik ve pratik derslerin video ile çekilerek internete yüklenmesi ve her dersin ders notunun öğrencinin bilmesi gerektiği kadar düzeyinde hazırlanıp belli olması idi. Öğrenci için ders notu hazırlamazsanız öğrenciyi bilmesi gerekenden çok fazlasına yani TEXTBOOKlara mahkum edersiniz. Textbook ders çalışma yeri değil adından da belli olduğu kaynak kitaptır ve belirli bir konuda ayrıntı bir bilgi gerektiği zaman başvurulur.

Fırsat varken 2000li yıllardan bu yana bu adımlar atılmadı ve bir anda 2020 yılında pandemi ile beraber apar topar çalışmalara başlandı. Zamanında bu adımlar atılsaydı şimdi fakülteler zor durumda kalmazdı. Eğitimde dijitalleşme açısından pandemi indükleyici bir etken oldu. Biz de bu salgını insanlık olarak hakettik.

Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı EBA TV adında bir oluşuma girdi. Bu girişim önceden de olamaz mıydı mesela. MEB bünyesinde ülkemizde bir milyonu geçkin öğretmen bulunmaktaymış. Her alandan en iyi birkaç öğretmen bulunup dersler kayda alınsa internete yüklense, öğrenciler veya her yaştan kişiler istediği zaman bu dersler izleseler fena olmaz mı? Mesela ben lise eğitimi alırken türev ve integral konularının üzerinde durmamıştım. Çünkü üniversite sınavında bu derslerden soru çıkmıyordu. Sonrasında tıp okuduğum için öğrenme şansım olmadı. Şu an bunu bir eksik olarak hissediyorum. MEB ilkokul, ortaokul ve lise derslerini ülkedeki en iyi öğretmenlere anlattırarak internete yüklese ben de türev ve integral derslerini sisteme girerek izlesem fena olmaz mı? Yıllardır eğitim eşitsizliklerini konuşuyoruz. Böyle bir sistem olsa eğitimde eşitsizlik kalır mı?

Tıpta İstanbul Tıp Fakültesi veya Hacettepe tıp eğitimi için videolar çekse ve yayınlasa, ülkenin her bölgesinden ve fakültesinden öğrenciler bu videoları izleseler tıp eğitimde eşitsizlik minimuma inmez mi? Hatta ülkemizin tıpta öncü rolü sayesinde Türki Cumhuriyetler, Balkan ülkeleri bile bu imkanlardan faydalanacaklardır. 

Daha tıp öğrencisi olduğum dönemden bu yana tıp eğitimde ONLINE veya OFFLINE ne derseniz deyin imkanların gelişmesini savundum. Yıllar önce İstanbul Tıp Fakültesi'nde ilk HEKİMLİĞE MERHABA derslerini organize ederken dersler sırasında kaydedilen kayıtların ülkedeki tıp doktorlarının ve tıp öğrencilerinin kullanımına açılmasını savundum. Bu yıl yapılan HEKİMLİĞE MERHABA eğitimleri nihayet sonunda ONLINE olarak yapılmış ve ülke geneli 10.000 doktor bu eğitimlere katılmış. Bu güzel bir gelişme ama dersler neden bir platforma kaydedilmiyor, doktorlar daha sonra neden izleyemiyor? Kaybınız olmaz, hatta ülke genelinde öncü fakülte olma kimliğinizi pekiştirirsiniz. 

Eğitimin Yarını

2010 yılından beri takip ettiğim bir girişim var: Khan Academy. Eğitim dijitalleşmesi alanında çalışan bir kurum. Kurucu Selman Khan MIT mezunu bir mühendis. Kuzenine matematik dersi anlatırken anlattığı dersleri video haline getiriyor ve YouTube'a yüklemeye başlıyor. Kısa zamanda dünya geneli talebi gören ve işin geleceğinin farkına varan Salman Khan "Khan Academy" girişimini kuruyor. Bugün itibariyle 5.9 milyon abonesi var. Binlerce video yüklenmiş, toplamda milyar izlenme geçilmiş durumda. Birçok dilde her alandan eğitim videoları var. 

Khan Academy birçok ülkenin milli eğitim bakanlıkları ile yıllardır eğitimin dijital geleceği üzerine çalışıyor. Felsefeleri şu şekilde: Teorik eğitimin mümkün olduğunca dijital ortamda videolarla verilmesi, öğretmenin öğrenci ile çoğunlukla rehberlik ve takip amaçlı görüşmesi. Mevcut sistemde öğretmen hafta 40 saat ders varsa 40 saatini de ders anlatarak geçiriyor. Rehberlik ve takibe hiç zaman ayırmıyor. Khan Academy sisteminde ise teorik derslerin çoğu dijital ortamda veriliyor. Öğretmen kendi sisteminde hangi öğrencinin hangi dersi ne kadar izlediğini, ders sırasında ve sonunda çıkan seviye belirleme sorularını ne kadar cevapladığını görüyor. Öğrencinin eksik kaldığı yerleri bire birde kapatabiliyor. Teorik eğitim yükünden kurtulan öğretmen daha çok rehberlik, takip ve eksiklerin kapatılmasına odaklanıyor. Öğrencinin ders gidişatını somut olarak değerlendirip eksikleri giderebiliyor.

İşte Khan Academy modelinin tıp eğitimine de uygulanması gerekir. Teorik ve pratik dersler sisteme yüklenmelidir. Öğrenci istediği zaman dersleri izleyebilmeli, istediği yerde durdurup tekrar edebilmelidir. Öğrenciden sorumlu öğretim üyesi de öğrencinin gidişatı takip etmelidir. Yazılı, sözlü ve uygulamalı sınavlarla ve öğrencinin sistemi takibinden aldığı başarı puanları ile de öğrencinin başarısı değerlendirilmelidir. Kayıtlı dersler sadece tıp öğrencilerinin değil aynı zamanda tıp doktorlarının da faydalanmasına açılmalı bu şekilde mezuniyet sonrası yetişkin eğitimi de aynı zamanda sağlanmalıdır. 

Uzman ve pratisyen doktorlara her 5 yılda bir board sınavları yapılmalı, böylece tıp doktorlarının da kendilerini geliştirmeleri, güncel kalmaları sağlanmalı, köhneleşmeye ve körelmeye izin verilmemelidir. Board sınavlarını veremeyen hekimlerin hekimlik yapmalarına izin verilmemelidir. 

Sistematik ve Standardize Bir Eğitim

Yazıyı okurken yukarıdaki bazı önermelerin ve örneklerin ülkemizde de bulunduğu düşünebilir ve belirtebilirsiniz. Evet, bazı ders videoları veya muayene yöntemleri videoları internette bulunmakta ve ulaşılmaktadır. 

Diğer yandan benim bahsettiğim ve savunduğum şey tıp fakültesi boyunca alınan her dersin her konusunun sistematik bir biçimde, alanında yetkin öğretim üyeleri tarafından ele alınarak sunulmasıdır. Mümkünse bir veya birden fazla tıp fakültesi tarafından organize edilmesidir. 

İnternette şu an bulunan ve ulaşılabilen bazı eğitim materyalleri tıp eğitiminin çok küçük bir kısmını kapsamaktadır. Dolayısıyla sistematik değildir. Bazı materyaller ise bilimsel yetkinliği bilinmeyen kişiler tarafından hazırlanmış olup bilimsel geçerliliği belli olmayan materyallerdir ki bunlara güvenilemez. Dolayısıyla tüm tıbbı kapsayan sistematik ve standardize bir eğitim modulü olması gerekmektedir. 

Tıp Eğitimi ve Bilişimi Anabilim Dalı???

Aslında yazının başından bu yana en çok görev düşen kişiler pek çoğunuzun varlığını bile bilmediği, fakültelerimizde bulunan TIP EĞİTİMİ VE TIP BİLİŞİMİ anabilim dalları öğretim üyeleridir. Lakin bu anabilim dalları genellikle fakültelerin en etkisiz anabilim dallarıdır. Hatta bu anabilim dallarında bulunan öğretim üyeleri TIP DOKTORU kökenli bile olmamakta, tıp eğitiminin mahiyetinden, maddi ve manevi değerinden bile anlamayan kişiler olmakta. İşte görüyorsunuz TIP EĞİTİMİ VE TIP BİLİŞİMİ anabilim dalının önemini, bir tıp doktorunun bu alanda doktora yapmasının ve tıp eğitimi üzerine kafa yormasının ne derece önemli olduğunu.

Sonuç

Konuşacak laf çok. İşin özü bize tıp eğitimine kafa yoran, bu noktada bayrağı ileri taşımak isteyen öğretim üyeleri, öğrenciler ve tıp fakülteleri lazım. Kim ki bunu yapar tıp eğitimine ve tarihine adını altın harflerle kazır. Kim ki bunu yapmaz büyük fakülteyim, tarihim şöyle böyle diye geçinmesin. 

Yıllardır tıp eğitiminde bir ilerleme kaydedilmesi için pandemi mi olmak zorundaydı? Dijital ve teknolojik imkanlar elinizin altında iken neden yapmadınız? Zararın neresinden dönersek kardır. Umarım bundan sonrasında olmamız gereken noktaya ulaşırız.

Sağlıkla...

23 Aralık 2019 Pazartesi

Her Tıpta Doktora Öğrencisinde Bulunması Gereken Bilgi ve Beceriler

Tıpta doktora yapmak bilgi ve akademi yoludur. Bu yol idealizm ve adanmışlık yoludur. Bundan dolayı tıpta doktora yapanlar belirli bilgi ve becerilerle donanmış olmalıdırlar.

Bu bilgi ve becerileri şu başlıklar altında topladım:
- Literatür bilgisi
- Araştırma yöntemleri bilgisi
- Eğitim bilimleri
- Etik değerler

Literatür Bilgisi

Her doktora öğrencisi doktora yaptığı alanın bilimsel literatür bilgisine hakim olmalıdır, zaten hakim olmak da zorundandır. İki yıllık ders döneminin sonunda yeterlilik sınavı yapılmakta, bu sınavdan geçemeyenler tez dönemine başlayamamaktadır, dolayısıyla doktora sahibi olamazlar. Hatta bazı üniversite yönetmeliklerine göre yeterlilik sınavından iki defa kalanların doktora ile ilişiklerine son verilmektedir. Bundan dolayı doktora öğrencisi alanının literatür bilgisine hakim olmak zorundadır.

Literatür bilgisi dediğimiz zaman sadece kaynak kitap yani textbook okumak anlaşılmamalı. Alanında başarılı ve tam bilgi sahibi olmak isteyen doktora öğrencisi için literatür bilgisi üç başlığa ayrılmaktadır:
1. Doktora yaptığı alanın tarihi, geçmişi
2. Doktora yaptığı alanın güncel literatür bilgisi yani textbook bilgisi
3. Doktora yaptığı alanla alakalı güncel tartışmalar ve konular

Bu üç başlığa hakim olan kişi tam manasıyla alanına hakim demektir. Bu başlıkları ayrıntılı inceleyelim

1. Doktora Yapılan Alanın Tarihi ve Geçmişi

Doktora öğrencisi alanının tarihini, nereden geldiğini bilmelidir. Sadece günün bilgisi olan textbook bilgisi doktora öğrencisine yeterli değildir. Alanın kurucusu kimdir? Alana katkı yapmış büyük bilim adamları kimlerdir? Önemli buluşlar ne zaman ve hangi şartlar altında yapılmıştır? Daha uzatabileceğimiz birçok konuyu bilmelidir. Çünkü alanının tarihini ve geçmişini bilmeyen alanın geleceğini de kestiremez, geleceğini yakalayamaz. Alanın tarihine hakim olmak çok uzun bir uğraş değildir. Birkaç makale okumak, alanda tecrübeli hocalarla birkaç ders alanın tarihine hakim olmaya yetecektir.

2. Güncel Literatür Bilgisi

Her doktora öğrencisi alanının güncel literatür bilgisine sahip olmalıdır. Güncel literatür bilgisine sahip olmak için yapılması gereken kombinasyon şudur:

- İlk olarak Türkçe yazılmış ya da Türkçe'ye çevrilmiş alanın önde gelen bir textbook yani kaynak kitabı okunmalı
- İkinci olarak alanın İngilizce olarak yazılmış en önde gelen textbook u  İngilizce olarak okunmalı
- Mümkünse alanın önde gelen diğer textbookları okunmalı

Ne kadar okunursa o kadar iyidir tabi ki. Ama yukarıda yazılanlar en azından okunması gerekenler.

3. Alanla Alakalı Güncel Tartışmalar ve Konular

Alanın tarihine hakim oldunuz, güncel literatürü öğrendiniz. Geriye alanın güncel konuları ve dünya genelinde tartışılan başlıklar kaldı. Her alanın gündemde olan popüler konuları vardır. Dünya üzerindeki bilim çevrelerinde sıklıkla tartışılan konu başlıkları vardır. Bu konu başlıkları ve tartışmaların içerikleriyle alakalı da bilgi sahibi olmanız gerekmektedir.

Dünya bilim çevrelerinde tartışılan güncel konulardan haberdar olmak için Dünya Sağlık Örgütü'nün, bilimsel derneklerin ve birliklerin internet sayfalarını ve yayınlarını takip etmeniz ve bilimsel dergilerin mail gruplarına dahil olmanız, öğretim üyeleriyle fikir alışverişleri sizi belirli bir noktaya getirecektir.

Araştırma Yöntemleri Bilgisi

Doktora bilimsel bir süreçtir. Tez ve diğer araştırmaları yürütmek için, bilimsel yayınlardaki yöntemsel bilgileri anlamak için her doktora öğrencisinin sahip olması gereken bilimsel bilgi ve beceriler vardır. Bunları şu başlıklar altında toplamaya çalıştım:

1. Epidemiyoloji
2. Biyoistatistik
3. İstatistik analiz programları
4. Literatür tarama becerisi
5. Literatür düzenleme programları

1. Epidemiyoloji

Epidemiyoloji bir yöntem ve araştırma bilimidir. Temel, klinik ve toplum tıp bilimlerinde hastalıkların ve sağlığı ilgilendiren olayların dağılımlarının incelenmesi, nedenlerinin araştırılması ve teşhis, tedavi ve önleme yöntemlerinin belirlenmesine yarayan araştırma tekniklerini içerir. Bu nedenle tüm sağlık bilimlerindeki doktora öğrencileri epidemiyoloji bilmelidir. 

Birçok doktora programında zorunlu bir ders olmakla birlikte zorunlu olmayan programlardan ve klinik bilimlerden birçok kişi yararı nedeniyle epidemiyoloji dersi almaktadır. Epidemiyoloji dersi kapsamında araştırma planlama, uygulama, anket geliştirme gibi içerikler bulunmaktadır. Araştırma planlamada çalışmanın gözlemsel mi deneysel mi olacağı? tanımlayıcı, kesitsel, kohort veya randomize klinik kontrollü çalışma mı? olacağı gibi araştırma desenini belirleyici sorulara yanıt aranır.

Epidemiyoloji bilmeniz ayrıca makale okurken, araştırmaların yöntem kısmını incelerken ve kanıtları değerlendirirken sizin için oldukça yararlı olacaktır. 

2. Biyoistatistik

Biyoistatistik, istatistiksel yöntemlerin biyolojik bilimlere uygulandığı bir disiplindir. Sağlığı ilgilendiren tüm konularda veri toplama, toplanan verileri sınıflandırma ve özetleme, verilerin analizi ve çıkan sonuçların yorumlanması kapsamaktadır. 

Bu noktada epidemiyoloji ve biyoistatistik kavramlarını karıştırmamak gerekir. Epidemiyoloji araştırma yöntemi ve deseniyle alakalıdır. Epidemiyolojik araştırmalarda verilerin toplanması, analizi ve yorumlanmasında biyoistastistik bilimi kullanılır. Bu nedenle biyoistatistik biliminin teorik bilgisi bilinmelidir.

Siz araştırma yaparken tüm analizleri biyoistatistik uzmanı yapıyor dahi olsa siz araştırma sahibi olarak biyoistatistikçiyi yönlendirmek zorundasınız. Hangi parametreler arasında analiz yapılacak, nelere bakılacak gibi... Bunun için bile biyoistatistik bilmek gerekmektedir. Biyoistatistik bilen klinisyenler ve araştırmacılar araştırma sonuçlarını yorumlarken, makale okurken, analiz sürecini yürütürken farklarını açıkça göstermektedirler.

Genelde biyoistatistik biliminin uygulanması günümüzde istatistik analiz programları vasıtasıyla olmaktadır. Programların altyapısı biyoistatistik bilimine dayanmaktadır. Bu programlarını kullanırken istatistik bilgisine sahip olmak gerekmektedir. 

3. İstatistik Analiz Programları

Yukarıda istatistik biliminden ve uygulama alanlarından bahsettik. Eskiden istatistiksel yöntemler kağıt üzerinde ve elle hesaplamalar sonucu yapılmaktaydı. Günümüzde ise bu işi oldukça kolaylaştıran istatistiksel analiz paket programları bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak SPSS, R, STATA,... vs gibi programlar sayılabilir.

Bu programlar arasında en çok kullanılan ve en kullanıcı dostu program SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) paket programıdır. Açılımında sosyal bilimler yazdığına bakmayın, sayısal verilerin olduğu her alanda kullanılmaktadır. Sağlık bilimlerinde en sık kullanılan istatistik paket programıdır. Veri girişi, düzenlenmesi ve istatistik analizde kullanılmaktadır. Görünümü excel e benzemektedir. Kanımca her doktora öğrencisi bu programı en az veri giriş düzeyinde, mümkünse t testi, ki-kare gibi basit analiz düzeyinde bilmelidir. 

4. Literatür Tarama Becerisi

Doktora öğrencisi sunum, seminer, derleme hazırlarken ve araştırma yaparken güncel literatüre ulaşmak zorundadır. Eskiden basılı dergi, yayın ve kitaplardan literatür taraması yapılırken, günümüzde bu iş bilgisayar ve internet tabanlı bir hale gelmiştir. Belirli anahtar kelimelerle var olan güncel literatür taranmaktadır.

Günümüzde sağlık alanında en çok kullanılan tıbbi veritabanları: PubMed, Web of Science, Science Direct, Scopus, Cochrane, Google Scholar ve ülkemizden de TÜBİTAK ULAKBİM'dir. Literatür taramada kullanılacak anahtar kelimeleri sınıflandıran bir çalışma ise PubMed tarafından oluşturulan MeSH (Medical Subject Heading) veritabanıdır.

5. Literatür Düzenleme Programları

Bilimsel makale yazarken onlarca, tez yazarken ise yüzlerce kaynaktan atıf yapılmaktadır. Bu kaynakları kaynakçada elle düzenlemek çok zor olabilmektedir. Bundan dolayı günümüzde kaynakça atıf düzenleme programları kullanılmaktadır. Bu programlar sayesinde kaynakları düzenlemek, istenilen kaynakça formatına göre yeniden oluşturmak birkaç saniyede yapılabilmektedir. 

Günümüzde çok sayıda program bulunmakla birlikte, en çok bilinen kaynakça düzenleme programları: EndNote, Reference Manager, RefWorks, Mendeley ve Zotero'dur. Konuyla alakalı tavsiyem EndNote hem paralı (bazı üniversiteler satın alıyor ve öğrencilerine ücretsiz sağlayabiliyor) hem de kullanımı zor bir program. Diğer yandan Zotero hem ücretsiz hem de kullanımı kolay. İnternet üzerinden birkaç video izleyerek nasıl kullanılacağını öğrenebilirsiniz. Bu açıdan Zotero kullanmanızı tavsiye ederim.

Eğitim Bilimleri

Doktora sahibi olmak bir ders verme yetkinliğidir. Her doktora sahibi doğal olarak bir eğitimcidir. Hangi alanda doktora yapıyorsanız yapın eğitim bilimlerini bilmeniz gerekmektedir. Hatta bu gereklilikten dolayı doktora yaparken bazı üniversitelerde zorunlu tutulan eğitim bilimleri dersleri vardır. Bazı üniversiteler ise "Eğiticilerin Eğitimi" sertifika programını almış olmayı zorunlu tutmaktadır. 

İyi bir eğitimci olabilmek için eğitim bilimlerini ve tekniklerini bilmek gerekmektedir. Öğrencilerin anlatacağınız dersleri anlaması bir yerde sizin nasıl ve ne şekilde aktardığınıza bağlıdır. Doktora sırasında zorunlu tutulan dersler eğitim bilimleri adına sizi bir yere götürmekte, lakin yeterli olmamaktadır. Bundan dolayı "Eğiticilerin Eğitimi" sertifikası almanızı öneririm. İşin en azı bunlardır. Ayrıca yetişkin eğitimine yönelik eğitimler almanız faydalı olacaktır.

Hitabet, güzel konuşma, etkili sunum teknikleri kursları ile kendinizi desteklemeniz ise sizi daha iyi bir eğitimci yapacaktır.

Etik Değerler

Her doktor ve doktora öğrencisi etik değerlere sahip olmak zorundadır. Etik değerlere sahip olmayan bir doktor ya da doktora mezunu bir akademisyen iyi bir araştırmacı, iyi bir hekim, iyi bir eğitmen olamaz. Bu yüzden sahip olmamız gereken etik ilkeleri üç başlıkta topladım:

1. Genel etik ve ahlak
2. Tıp etiği
3. Bilim ve araştırma etiği

1. Genel Etik ve Ahlak

Sadece tıbbi olarak düşünmeyelim. Genel toplum içerisindeki hayatında da etik ilkelere sahip ve ahlaki değerlere saygılı örnek bir birey olmamız gerekmektedir. Önce insan olmayan bir kişi profesör, dekan, rektör de olsa hiçbir kıymeti yoktur. 

Etik ve ahlak arasındaki farkı bilmenizde fayda var. Ahlak toplumdan topluma değişebilir, etik ise evrensel olarak geçerlidir, toplumdan topluma değişmez. Etik bir yerde "ahlak felsefesi" olarak tanımlanır. Buradan da şunu anlayabiliriz ki, toplumsal ahlak kuralları her zaman doğru olmayabilir. Diğer yandan etik kurallar genel geçerdir. 

2. Tıp Etiği

Her doktor ve tıpta doktora yapan doktora adayı tıp etiği bilgisine sahip olmalıdır. Tıbbın en önemli konusu tıp etiği iken maalesef tıp fakültelerinde ders saati az olan, tıp öğrencilerine önemi kavratılamayan ve tıp öğrencileri tarafından da önem verilmeyen bir ders olabilmektedir. Kanaatimce doktora programlarında tıp etiği ve araştırma etiği zorunlu ders olmalıdır.

3. Bilim ve Araştırma Etiği

Doktora derecesi bir bilim ve araştırma (research) derecesidir. Her doktora öğrencisi başka araştırma yapmasa bile tez araştırması yapmak zorundandır. Dolayısıyla araştırma etiğini bilmek durumundandır. Araştırma etiği kurallarına dikkat etmeyen kişinin çalışması ileride olabilecek bir itiraz sonucu iptal edilebilmektedir. İptal edilen araştırma tez araştırması ise kişinin doktora derecesi iptal edilmektedir. Kişi iptal edilen araştırmayla doçentlik derecesi almış ise kişinin doçentliği, profesör ise profesörlüğü de düşürülerek araştırma etiği ihlali yaptığı noktadan öncesine döndürülmektedir. Gördüğünüz gibi araştırma etiğini bilmemek ya da bilerek ihlal etmek çok ciddi durumlara neden olmaktadır. Dolayısıyla aşırma (intihal), dilimleme, çarpıtma, uydurma, duplikasyon gibi araştırma etiği ihlallerini bilmek gerekmektedir. 

Günümüzde araştırma etiği dersi doktora programlarında zorunlu bir ders değildir. Yukarıda da belirttiğim gibi umarım gelecekte tıp ve araştırma etiği tüm sağlık bilimleri doktora programlarında zorunlu bir ders olur. Doktora sırasında böyle zorunlu bir ders olmadığı için araştırma etiğini kendi başınıza öğrenmek zorundasınız.

Bilim, araştırma ve yayın etiği ile alakalı ve aynı zamanda etik ve ahlak arasındaki farkı irdeleyen güzel bir kaynak. Faydalanabilirsiniz:

Sonuç

Bu yazı tıpta ve sağlık alanında doktora öğrencilerine en azından bir yol göstermek amacıyla yazılmıştır. En azından her doktora öğrencisinin sahip olması gereken bilgi ve becerileri içermeye çalışılmıştır. Sizler üzerine tabi ki farklı bilgi ve beceriler ekleyebilirsiniz.

Farklı alanların farklı gereklilikleri olabilir. Örneğin laboratuvar içeren bir bölüm için elektroforez, western blot gibi teknikleri öğrenmesi gerekebilir. Hayvan deneyleri yapan bir doktora öğrencisi için deney hayvanları kullanım sertifikası gerekebilir. Tıp tarihi ve etik doktorası yapan birisi için Osmanlıca olmazsa olmazdır. Her alanın belirli farklı gereklilikleri olabilir. Burada her doktora alanı için istisnasız gerekli olan bilgi ve becerilere odaklandım. 

Başlıkta doktora öğrencileri yazsam da donanımlı olmayı isteyen veya akademik olarak düşünen tıpta uzmanlık öğrencilerinin de bu bilgi ve becerileri edinmesi yararlı olacaktır.

Aslında işin özeti de sonucu da şu: Tıp öğrencisi olduğunuz zamanları düşünün. Dersinize gelen hocaların nasıl olmasını isterdiniz, bir düşünün. Bilgili, bilimsel, alanında önde gelen, eğitim becerileri yüksek, öğrenci psikolojisinden anlayan, etik kodlara bağlı, ... vs. Bu sıfatları devam ettirebiliriz. Bir vatandaş olarak ülke politikalarına yön veren öğretim üyelerinin nasıl olmasını isterdiniz? Hastaneye gelen bir hasta olarak nasıl bir doktora muayene olmak isterdiniz? Randomize klinik kontrollü bir deneye kaydolan katılımcı olarak nasıl araştırmacılarla çalışmak isterdiniz? Açıkçası siz de öyle olmaya çalışın. İleride bir gün siz de öğretim üyesi olacaksınız. Bir zamanlar olmasını istediğiniz öğretim üyesi olma şansınız, öğrencilerinize, hastalarınıza, yurttaşlarınıza da bunu sunma imkanınız var. Bunu unutmayın.

Konuyu bu yazıyla en azından sistematik bir hale getirebilmeyi başarı olarak sayıyorum. Yazının ve içeriğin eksikleri olabilir. Biz kazanımlara bakalım.

Başarılar dilerim.

9 Haziran 2019 Pazar

Her Tıp Öğrencisi ve Doktorunun Okuması Gereken Bir Kitap: Aziz Sancar ve Nobel'in Öyküsü

Prof. Dr. Aziz SANCAR 2015 yılında Nobel Kimya Ödülü'nü alarak ülkemizin bilim alanında Nobel Ödülü alan ilk vatandaşı oldu. Bu büyük bir gurur kaynağı. Böyle büyük bilim adamlarının hayat ve başarı öykülerini okumak gerekir.

Tıp fakültesinde öğretim üyelerinin önemli Türk bilim adamlarından bahsetmeleri gerekir. Bir İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi (şu an resmi ismi böyle oldu, eskiden İstanbul Tıp Fakültesi idi) mezunu olarak hocalarımız bizlere Cihat ABAOĞLU, Mahzar Osman UZMAN, Erich FRANK, Muzaffer AKSOY gibi efsane hocalardan bahsettiler. Ama biyokimya, biyofizik gibi derslerde Aziz SANCAR hocadan hiç bahsetmediler. İsmini Nobel Ödülü aldıktan sonra duymamı bir ayıp olarak sayıyorum. Bu kişilerin hayatlarını ve başarı hikayelerini okumak genç tıp öğrencilerine ve tıp doktorlarına birer motivasyon kaynağı ve yol gösterici oluyor. İşte bundan dolayı okumamız gereken bazı kitaplar var.

Bilime Adanmış Bir Ömür: Muzaffer Aksoy


Ülkemizde tıp bilimine en çok katkı yapmış bilim adamlarımızdan birisi Prof. Dr. Muzaffer AKSOY'dur. Ana çalışma alanı Dahiliye Hematoloji'dir. En önemli buluşu benzen lösemi ilişkisini bulması ve bilimsel olarak kanıtlamasıdır. Ayrıca Hemoglobin İstanbul ve Çapa gibi keşifleri de vardır. Bilim aşkı ve yöntemini öğrenmek adına Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) yayınlarından çıkan "Bilime Adanmış Bir Ömür: Muzaffer Aksoy" kitabını okumanızı öneririm. Yazının başlığında geçen Aziz Sancar kitabından önce bu kitabı tavsiye etme nedenim Muzaffer AKSOY hocanın Aziz SANCAR daha üniversite öğrencisi iken kendisine mentorluk yapmasıdır.

Aziz Sancar ve Nobel'in Öyküsü




Aziz SANCAR'ın Nobel Ödülü alması ile birlikte uzun yıllardır arkadaşı olan ve Nobel Ödülü'nü almasını bekleyen bilim gazetecisi Orhan BURSALI Aziz hocanın hayatını ve başarı öyküsünü yazmaya başladı. Kitap 2016 yılında yayınlandı. Bence her tıp öğrencisi ve doktoru bu kitabı okumalı. Maalesef ki bu büyük tıp adamları tıp fakültesi derslerinde Türk tıp öğrencilerine anlatılmıyor. Biz de kendimiz okumak zorundayız. Kitap Kırmızı Kedi yayınlarından çıkmış durumda. Rahat okunan dili sade bir kitap. Bir ya da birkaç günde zorlanmadan okuyabilirsiniz.

İyi okumalar.


31 Mayıs 2019 Cuma

Yönetici Pozisyonunda Çalışmak İsteyen Hekimler İçin Yüksek Lisans Doktora ve Lisans Eğitimlerinin Önemi

Değerli arkadaşlar hepinize merhabalar.

Uzun zamandan beri yüksek lisans, doktora ve açıköğretim gibi eğitim imkanlarını siz tıp doktorları için yazmaya ve paylaşmaya çalışıyorum. Bunları yaparken herkesin okuma sevdalısı, kendini bilimsel ve akademik olarak geliştirmeye çalışan idealist kişiler olduğunuzu düşünerek yapıyorum. Ondan dolayı maddi yararlarına pek girmiyorum. Diğer yandan bu eğitimlerin maddi yararları da yadsınamaz. Uzun zamandır sizlerden bu yönde sorular geliyordu eğitim imkanlarının sağlıkta yöneticilik pozisyonlarına etkisi üzerine.

Mevzuat denizi tabi ki çok büyük. Mevzuat içerisinde tıp doktorları için yüksek lisans, doktora ve tıp harici lisans eğitimlerinin faydalarını iki yerde yakaladım. Onları sizlerle paylaşacağım.

Sağlık Yöneticiliği ve Başhekimliklere Etkisi

Her tıp doktoru aynı zamanda bir yöneticidir. Yönetim, özelde sağlık yönetimi, bilmesi gerekir. Çünkü tüm tıp doktorları bir birimi ve belirli sağlık çalışanlarını idare etmektedir. Diğer yandan sağlık alanında yönetici olmak isteyen ve başhekimlik gibi pozisyonları düşünen tıp doktorları olabilir. Burada 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (25.08.2017 tarih ve 30168 sayılı Resmi Gazete) ile gelen ve 18.04.2018 tarihinde güncellenen Madde 190'da şu şekilde geçmektedir:


Eğitim ve araştırma hastaneleri başhekiminin eğitim görevlisi tabip veya tıp alanında doçent veya profesör unvanlı tabip; diğer hastane başhekimlerinin uzman tabip veya tıp, hukuk, kamu yönetimi, işletme, sağlık yönetimi alanında lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış tabip; yüz yatağın altındaki hastane başhekimlerinin tabip; ağız ve diş sağlığı ile ilgili hastanelerde başhekimin diş hekimi olması; başhekim yardımcılarının ise tıp, diş hekimliği veya eczacılık öğrenimi almış olması veya lisansüstü eğitim yapmış olmaları kaydıyla sağlık bilimleri lisansiyeri olması gerekir.

Maddede hastane başhekim ve başhekim yardımcısı olma şartları düzenlenmektedir. Eğitim ve araştırma hastanesi (EAH) başhekimlerinin öğretim görevlisi, doçent veya profesör gibi bir akademik unvana sahip olması gerekmektedir.

Diğer hastanelerin başhekimlerinin uzman doktor ya da tıp, hukuk, kamu yönetimi, işletme, sağlık yönetimi olanlarında lisans, yüksek lisans ya da doktora eğitimi almış tıp doktoru olması gerekmektedir. Buradan şunu anlamaktayız:
  • Eğitim ve araştırma hastaneleri hariç özel ve devlet hastanelerine başhekim olmak için öncelikle tıp doktoru olmanız gerekmektedir.
  • Tıp doktoru olmanın yanında tıp alanında bir yüksek lisans ya da doktora sahibi olmak ya da
  • Tıp doktoru olmanın yanında açıköğretim ya da örgün öğretim fark etmez hukuk, kamu yönetimi, işletme veya sağlık yönetimi alanında lisans bitirmiş olmak ya da
  • Tıp doktoru olmanın yanında hukuk, kamu yönetimi, işletme veya sağlık yönetimi alanında yüksek lisans ya da doktora sahibi olmak  gerekmektedir.
Bu eğitimlerden herhangi birisine ya da birden fazlasına sahip olanlar EAH haricinde özel ve devlet hastanelerine başhekim olarak atanabileceklerdir. 100 yatak altı hastanelere ise başhekim olabilmek için tıp doktoru olmak yeterlidir.

Sağlık Yönetimi İçin Açıköğretim ve Tezsiz Yüksek Lisans Karşılaştırması

Sağlık yönetimi alanında tezsiz yüksek lisans mı ya da açıköğretim lisans/önlisans mı bitirmek daha avantajlı şeklinde çok soru gelmektedir. Yukarıda da görüldüğü gibi sağlık yönetimi alanında yüksek lisans yapmış olmak ya da işletme, sağlık yönetimi gibi alanlarda lisans mezunu olmak yöneticilik için gerekebilmektedir. Bu açıdan lisans mezunu olabilmek için 2 yıllık sağlık kurumları işletmeciliği ya da yönetimi yeterli olmayacaktır. Bu eğitimi 4 yıla tamamlamak gerekecektir. Sağlık yönetimi bölümünün 2 yıllık önlisans ve 4 yıllık lisans bölümleri açıköğretimde ya da örgün olarak bulunmaktadır. Yukarıdaki şartlarda başhekim olabilmek için ya 4 yıllık sağlık yönetimine başlayıp bitimek ya da 2 yıllık önlisans bölümünü bitirip Dikey Geçiş Sınavı (DGS) ile kolayca 4 yıllık Sağlık Yönetimi ya da İşletme bölümüne geçmeniz gerekmektedir. 4 yılda 2 diploma almak istiyorsanız 2 yıllık sağlık kurumları işletmeciliğini bitirip DGS ile 4 yıllık işletme ya da sağlık yönetimi bölümüne geçebilirsiniz.

Açıköğretimde lisans mezunu olmak çok maliyetli bir eğitim değildir. Dönemine 200 - 300 lira arası bir maliyetle 8 dönem 4 yılda bitebilir. Diğer yandan Sağlık Yönetimi Tezsiz Yüksek Lisansı 3 ya da 4 dönemde yani 1,5 - 2 yılda kısa sürede bitmekte ama maliyet olarak 5.000 - 20.000 lira arası gibi yüksek bir maliyet gerektirmektedir.

Açıköğretim ile lisans bitirmek için derslere girmenize gerek yoktur, Çok çalışmadan ve yılda 4 ile 6 haftasonu sınavlara girerek mezun olabilirsiniz. Diğer yandan Sağlık Yönetimi yüksek lisansı için derslere katılmanız, sunum yapmanız, ödev hazırlamanız, sınavlara girmeniz ve yüksek lisansı bitirebilmek için proje ödevi yapmanız gerekmektedir. Yüksek lisans süre olarak kısa olsa da daha yoğun bir eğitimdir.

Bu noktada bu hususları göz önünde bulundurarak seçim yapmak size düşmektedir.

Toplum Sağlığı Merkezi Başkanlığı

Mevzuatta geçen diğer bir konu ise Toplum Sağlığı Merkezi (TSM) başkanı olabilmek için geçen eğitim hiyerarşisidir. Toplum Sağlığı Merkezi ve Bağlı Birimler Yönetmeliği'nde (05.02.2015 tarihli ve 29258 tarihli Resmi Gazete) Madde 6'da TSM başkanının nasıl atanacağına dair şu madde geçmektedir:

Toplum sağlığı merkezine, müdürlüğün teklifi ve Kurumun onayı ile bir hekim, TSM başkanı olarak görevlendirilir. Görevlendirme, tercihen aşağıdaki kişiler arasından, sıralamaya uyularak yapılır;
a) Halk sağlığı uzmanı ya da epidemiyoloji uzmanı hekimler,

b) Halk sağlığı ya da epidemiyoloji alanında doktora yapmış olan hekimler,

c) Halk sağlığı ya da epidemiyoloji alanında yüksek lisans yapmış olan hekimler,

ç) Yönetimle ilgili alanlarda doktora ya da yüksek lisans yapmış olan hekimler,

d) Bakanlıkça ya da Kurumca onaylanmış toplum sağlığı ile ilgili alanlarda sertifikalı eğitim alan hekimler öncelikli olmak üzere diğer hekimler.

Toplum Sağlığı Merkezi başkanlığı her ne kadar taşra teşkilatında bürokratik olarak çok önem verilen bir yönetim pozisyonu olmasa da halkın sağlığına doğrudan etki etmesi nedeniyle önemli bir pozisyondur. Bundan dolayı yönetmelikte başkan olabilmek için yukarıdaki gibi bir hiyerarşi belirlenmiştir.

TSM başkanı olabilmek için ilk seçenek halk sağlığı ya da epidemiyoloji alanlarından birisinde tıpta uzmanlık ya da yandal yapmış olmaktır. İkinci sırada ise yine aynı alanlarda doktora eğitimi gelmektedir. Üçüncü sırada ise bu alanlardan alınmış yüksek lisans eğitimi gelmektedir. Doktora ve tıpta uzmanlık eğitimleri düzey olarak denk eğitimlerdir. Tıpta uzmanlık eğitiminin önde olmasının sebebi sahaya ve uygulamaya yönelik olması ve Sağlık Bakanlığı tarafından kabul edilmesidir. Halk sağlığı ya da epidemiyoloji doktorası sahibi hekimler uzman doktor olarak kabul edilmemektedir. Çünkü doktora bir saha ve uygulama derecesi değil akademik bir derecedir. Bunlara rağmen yönetmelikte halk sağlığı doktorası ya da uzmanlığı eşit derecede kabul edilebilir, bunun önünde bir engel yoktur.

Dördüncü sırada ise yönetimle alakalı yüksek lisans ve doktora yapmış hekimler maddesi geçmektedir. Burada yönetimden kasıt işletme ve sağlık yönetimi bölümleridir. Sağlık yönetimi yüksek lisansı (MHA) ya da işletme yüksek lisansı (MBA) ya da doktora yapmış hekimler de önceliklendirilmektedir.

Sonuç

Sağlık alanında yönetim pozisyonlarına alanında eğitim almış hekimlerin önceliklendirilmesi birkaç alanda başlamış durumda. Bunu bir başlangıç olarak kabul ediyor ve ilerleyen zamanlarda birçok alanda artarak devam edeceğini umuyorum. Siz tıp doktorları da hem eğitim sevdasıyla ve geleceğe yatırım olarak LİSANS, YÜKSEK LİSANS ve DOKTORA eğitimlerinize devam ediniz. Eğitime yapılan yatırım boş kalmayacaktır.

Yasal mevzuatta ya da haricinde geçen konuyla alakalı bildiğiniz uygulamalar varsa lütfen sizler de burada paylaşınız.

Hepinize kariyerinizde başarılar dilerim.


30 Mart 2019 Cumartesi

Genel İngilizce ve Tıbbi İngilizce

Ülkemizde İngilizce kanayan bir yaradır. Ülkemizde olduğu kadar tıp öğrencileri ve tıp doktorları arasında da İngilizce kanayan bir yaradır.

Aslında konu başlığı belki de yabancı dil olmalı ama artık yabancı dil eşittir İngilizce halini almıştır.

Bu yazıda bir tıp doktoru için İngilizce'nin gerekliliğine ve nasıl öğrenilmesi gerektiğine değinelim.

Bir Tıp Doktoru İçin İngilizce Gerekli Midir?

Atalarımız "bir dil bir insan, iki dil iki insan" demektedirler. Aslında yabancı dil bilgisini, görgüsünü ve kültürünü artırmak isteyen herkes için gerekliliktir. Yabancı dil, özellikle İngilizce ise bir tıp doktoru için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Çünkü tıbbi literatür çok hızlı değişmektedir. Tıbbi literatürün çoğu dilimize çevrilmemekte ya da çevrilenler ise Türkçe'ye çevrilene kadar yıllar geçmektedir. Dolayısıyla tıbbi gelişmeleri kaynağından ve hızlı bir şekilde öğrenmek adına İngilizce bilmek bir tıp doktoru için gerekliliktir.

Yabancı Dilde Tıp Eğitimi Olmalı Mı?

Yabancı dilde tıp eğitimi günümüzde oldukça popüler hale gelmiştir. Zamanında bir profesörün dediğini ben de kendime şiar edindim: "Bir tıp doktoru muhakkak İngilizce bilmeli ama tıp eğitimi Türkçe olmalıdır". Evet İngilizce bilmek ve İngilizce Tıp okumak farklı şeylerdir. Kişi bir bilimi en iyi kendi dilinde öğrenir. Bundan dolayı tıbbiye Türkçe olmalıdır. Diğer yandan öğrenciler iyi bir Genel İngilizce ve Tıbbi İngilizce eğitimi ile desteklenmelidir.

Tarihsel geçmişimize baktığımızda ülkemizin ilk ve o zamanlar tek tıp fakültesi, bugünkü İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nin kökeni olan Tıbbiye-i Şahane 1900'lü yılların başlarına kadar o zamanın popüler yabancı dili olan Fransızca eğitim yapmıştır. Öğrencilerin çok zorlanması ve öğrenmede kısıtlılıklar nedeniyle 1900'lü yılların başlarında eğitim dili Türkçe'de dönmüştür. Atatürk devrinde ise Nazi Almanya'sından kaçan Yahudi bilim adamları İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne geldiklerinde önlerine konulan şartlar Türkçe öğrenmeleri, eğitimi Türkçe olarak vermeleri ve Türkçe bir ders kitabı yazmaları idi. Tarihsel arka planımız ortadadır.

İngilizce bir tıp fakültesinden mezun olan kişinin yabancı dil sorunu olmayacağı açıktır. Lakin iyi bir doktor olmak noktasında eğitimini alabildiği noktasında şüpheler doğmaktadır.

Genel İngilizce Tıbbi İngilizce Farkı

Bir dilin tamamına genel diyebiliriz Tıbba özel tarafını ise Tıbbi İngilizce olarak tanımlayabiliriz. Genel İngilizce içerisinde ana olarak bildiğimiz dört beceri, yani Okuma, Dinleme, Yazma ve Konuşma vardır. Tıbbi İngilizce ise sadece tıbbi terimler üzerinden okuma üzerine olan bir bilimdir. Tıbbi İngilizce eğitimi olarak tıbbi olarak dört beceriyi de öğreneceğini sananlar yanılırlar. İngilizce'yi bir piramit olarak düşünürsek tabanı genel İngilizce oluşturmaktadır. Tıbbi İngilizce ise piramidin üst kısmında olan özel bir kısımdır. Bir kişi Genel İngilizce öğrenmeden öğrendiği Tıbbi İngilizce yarım kalmaktadır. Öncelikle Genel İngilizce öğrenmek sonrasında ise Tıbbi İngilizce öğrenmek en doğrusudur.

Tıbbi İngilizce kişinin tıbbi olarak konuşmasını, dinleme ve yazma becerilerini kazanmasını sağlamaz. Ancak Genel İngilizce üzerine olan Tıbbi İngilizce eğitimi bunu sağlayabilir. O zaman Tıbbi İngilizce eğitimi neye yarar?
  • Genel İngilizce bilmeyenler için en azından tıbbi makale ve kitapları okuyacak kadar bir İngilizce bilmeye yarayabilir.
  • Eskiden yapılan TUS İngilizce sınavı gibi YÖKDİL Sağlık Bilimleri Sınavı gibi İngilizce sınavlarını geçmeye yarayabilir.
Bunun haricinde çok da bir şeye yaramaz.

Genel İngilizce'yi Nasıl Öğrenirim?

İngilizce bilgisi otoriteler tarafından genel olarak 6 seviyede incelenmektedir:
  1. Beginner - A1
  2. Elementary - A2
  3. Pre-Intermediate - B1
  4. Intermediate - B2
  5. Upper-Intermediate - C1
  6. Advance - C2


Kendi görüşüm (tabi ki istisnalar vardır): Bir kişi İngilizce'yi Intermediate seviyesine kadar kendi ülkesinde öğrenebilir. Daha ileri seviye için yurtdışında yaşamak ya da kursa gitmek gerekir.

Pre-Intermediate ve Intermediate seviyesine kadar beğendiğiniz bir kursa gidin. Bolca yabancı dilde makale okuyun, dinleme yapın. Daha sonrasında ise paranız veya imkanınız varsa bir yaz tatilinde yurtdışına gidin. Gitmişken dil kursuna gidin ya da bir üniversitede öğretim üyesinin yanında staj yapın. Yurtdışına gidemiyorsanız ülkemizde konuşma kulüplerine kaydolun, bolca pratik yapın.

Nasıl Tıbbi İngilizce Öğrenirim?

Tıbbi İngilizce öğrenmek için kursa gitmeye bile gerek yoktur. Yabancı dilde tıbbi kitap ve makaleleri okudukça Tıbbi İngilizce'niz gelişir. Bu noktada ne kadar Genel İngilizce tabanınız varsa o kadar kolay Tıbbi İngilizce öğrenirsiniz. 

İngilizce Öğrenmenin Göstergesi Nedir?

Yurtdışında birçok yer için TOEFL sınavından 80 ve üstü, IELTS sınavından ise 6,5 ve üstü not almak İngilizce açısından kabul edilen azami göstergelerdir. Bu sınavlardan bu notları almışsanız İngilizce biliyorsunuz demektir. Diğer yandan ülkemizde alacağınız YDS ya da YÖKDİL puanları gerçek İngilizce bilgisinin göstergesi değildir. 

Sınav Puanları ve İngilizce Seviye Karşılıkları


İkinci Dil, Osmanlıca ve Latince Bilgisi

Tıp öğrencileri tek bir yabancı dille yetinmemeli, ayrıca ikinci bir dile bile yönelebilirler. Bu noktada kişisel tercihiniz önem kazanmaktadır. Dünya üzerinden İngilizce'den sonra en çok konuşulan dil olan İspanyolca, tercihinize göre Almanca, Fransızca, İtalyanca hatta yenilikçi bir düşünce ile Rusça veya Çince bile tercih edilebilir. Öğrendiğiniz her dil size medikal ve paramedikal bir değer katacaktır. 

Diğer yandan dil olmasalar da önemli birer beceri olan Osmanlıca ve Latince konusu var. Eski tıbbi metinleri incelemek amacıyla Osmanlıca öğrenilebilir. Bugün Tıp Tarihi ve Etik doktorası yapmak isteyenler için Osmanlıca zorunlu bir derstir. Ayrıca tıbbın kodu olan Latince de önemlidir. İlgisi olan Latince konusunda kendilerini geliştirebilirler.

Sonuç

Her tıp doktorunun mümkünse İngilizce bilmesi, değilse tıbbi makale ve kitapları okuyacak kadar İngilizce bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan yabancı dilde tıp eğitimine karşıyım.

Tıbbi İngilizce kursları ile yapılabilecekler oldukça sınırlıdır, yukarıda belirtilmiştir. Tıbbi İngilizce kursları ile İngilizce konuşup, hasta muayene edip, dinlediğinizi anlayabileceğinizi söyleyen kurslara inanmayın, para tuzağıdır. Genel İngilizce öğrenin, Tıbbi İngilizce'nizi yabancı dilde makale ve kitap okuyarak bile geliştirebilirsiniz. Kursa gitmenize bile gerek yok.

Mümkünse tek bir dille kalmayın, ikinci bir öğrenin. Osmanlıca ve Latince ile bilgi ve görgünüzü artırın.

Başarılar dilerim.

10 Mart 2019 Pazar

MD PhD Türkiye 7. Yıl

Herkese merhabalar.

Blog kurulalı 7 yılı geçti. Bu süre içerisinde blogda temel bilimler, doktora, PhD ve genel tıbbi felsefi konularda 50 üstünde yazı paylaşıldı.

Blogda 600'e yakın yorum yapıldı ve bu yorumlara cevap verildi.

Kurulduğu günden bu yana yapılan ziyaret sayısı: 150.000.
Çok geniş bir coğrafyadan Rusya, ABD, Almanya, Ukrayna, Azerbaycan, Türki Cumhuriyetler, Kıbrıs, ... takipçi ve okur blogu ziyaret etmekte.

Bu blogu kurarken ki amacım, o zamanlar kimsenin bilmediği, bakir bir alanda tıp doktorlarını bilgilendirmekti. İlk yola çıktığımda kendi yolumu kendim açtım. İstedim ki başkaları kendi yolunu açmak zorunda kalmasın ve açılmış bir yoldan gitmenin verdiği rahatlığı yaşasınlar. Çok şükür ki şu anda tıpta doktora imkanlarını merak edip de blogda bulunamayan bir soru olduğunu düşünmüyorum.

Buradan başka hiçbir beklentim olmadı. Hatta bloga hiçbir Google Adsense veya harici bir reklam da almadım. Sadece ülkemizin bilimsel gelişimine faydalı olmayı amaçladım.

Her 100 tıp doktorundan istatistiksel olarak 3 ya da 5 tanesinin temel bilimler tercih etmesi gerekir. Ama tıp doktorlarımızın popüler kültürün etkisinde farklı uzmanlıklar peşinde koştuğunu gördüm. Bu blogu da temel bilimleri değerlendirin, o 3 - 5 tıp doktoru görsün de mutlu olacakları bölümler olan temel bilimleri yazsınlar diye kurdum. Diğer yandan klinisyen olup yanında doktora yapmayı düşünecek her 100 tıp doktorundan yine 3 - 5 doktorun faydalanmasını da amaçladım. Bu blogdaki sözlerim zaten her tıp doktoruna değil, istatistiksel olarak konuşmak gerekirse (statistically speaking), her 100 tıp doktorundan en fazla 10 tanesinedir.

Bu noktada bu blog sizlere ne kadar faydalı oldu? Merak etmekteyim. Bu blogdan faydalanıp hayatında önemli değişiklikler yapanlar yorumlara yazabilirler mi acaba?

Sizden gelecek yorumlar blogun daha aktif olmasına, yeni makalelerin gelmesine, hatta blog danışmanlık ve doktora MD - PhD konularıyla alakalı daha farklı projelere sebep olacaktır.

Lütfen bu blogu okuyan ve faydalananlar görüş ve önerilerini yazsınlar.

Kişisel, bilimsel ve profesyonel gelişim uğrunda yolumuza devam edelim.

24 Şubat 2018 Cumartesi

Doktora Mülakatı ve Bazı Tavsiyeler

Doktoraya ALES, dil puanı ve mezuniyet notunuzla başvurdunuz. Genel doktora skorunuzu belirleyecek son etmen doktora mülakatından alacağınız nottur. Var ise ALES, dil puanı ve mezuniyet notuyla alakalı şartları sağlıyorsanız doktora mülakatına çağrılırsınız. Doktora mülakatı iki kısımdan oluşur: Yazılı (kompozisyon) ve sözlü mülakat.

Yazılı Mülakat (Kompozisyon)

Doktora mülakatına gittiğinizde ilk yapacağınız şey belirli bir zaman içerisinde doktora bölümünü neden istediğiniz, bölümle alakalı vizyonunuzu ifade ettiğiniz bir kompozisyon yazmak olacaktır. Bu yazılı kısım yasal mevzuat gereği zorunludur. Birçok mülakatta bu kompozisyon kısmına pek ehemmiyet verilmemekte, yasal zorunluluğu yerine getirmek amacıyla istenmektedir. Siz yine de öz bir şekilde düşüncelerinizi kağıda aktarın. En sonunda bu kağıda bir not verilmektedir.

Sözlü Mülakat

Doktora mülakatının en önemli kısmı sözlü mülakattır. Genelde karşınızda üç öğretim üyesi bulunmaktadır. Size yazılı mülakattaki konularla benzer bir şekilde bölümü neden istediğinizi, gelecekte neler yapmayı planladığınızı, kısacası neden sizi almaları gerektiğiyle alakalı sorular soracaklardır. Sorular genelde bu minvaldedir. Alanla alakalı bilimsel sorular sorulmamaktadır. Sözlü mülakat sonucunda üç öğretim üyesi sözlü ve yazılı mülakat için 100 üzerinden size bir not vermektedir. Bu üç notun ortalaması da mülakat notunuzu oluşturmaktadır.

Erkek Adaylar ve Askerlik Konusu

Ülkemizde birçok erkek tıp doktoru askerliği ertelemek ve bedelli askerliği beklemek adına doktora programlarına başvurabilmektedir. Temel bilimler hocalarının en istemediği şey budur. Ondan dolayı da askerliğini yapmamış yeni mezun erkek adayları özellikle askerlik yönünden sorgulayacaklardır. Adanmış ve isteyerek doktora programlarına girmeniz en iyisidir tabi ki. Diğer yandan askerliği erteleme gibi bir niyeti olanlar da bu niyeti belli etmese iyi olacaktır.

Mülakat Öncesi Öğretim Üyeleriyle Tanışın

Bir yılın Ağustos - Eylül ayında yapılacak doktora başvuruları ve doktora mülakatı için mümkünse önceki dönemin Şubat Mart ayları gibi bölümle ve öğretim üyeleriyle tanışma ziyareti yapın. Ağustos Eylül ayında alınacak doktora kadroları Şubat Mart aylarında belli olmakta ve bölüm tarafından Sağlık Bilimleri Enstitüsü'ne gönderilmektedir. Bu aylarda yapacağınız ziyaret öğretim üyelerinin sizi düşünerek kadro sayısını artırmasına ya da kadro açmayacaklarsa da kadro açmalarına vesile olabilecektir. Öğretim üyeleri Şubat Mart aylarında anabilim dalı akademik kurulunda gelecek dönem açacakları doktora kadrolarını karara bağlamakta ve resmi yazı Sağlık Bilimleri Enstitüsü'ne gitmektedir. Daha geç yapacağınız ziyaretin açılacak kadro sayısına etki edebilme ihtimali yoktur. Bölüm ziyareti yapmanız ve öğretim üyeleriyle tanışmanız doktoraya başlamayı ne kadar istediğinizi göstermeniz adına fırsattır. İstekliliğinizi, adanmışlığınızı ve kararlılığınızı hocalara gösterin. Böylece doktora başvurusuna birkaç adım önde başlayacaksınız. Mülakatta sizi gören hocalar zaten ne kadar istekli olduğunuzu hatırlayacak ve diğer adaylar içerisinde sizi önceleyeceklerdir.

Başvurduğunuz üniversite kendi mezun olduğunuz üniversite ise bu kozu iyi kullanın. Hocalarda zaten bir fakülte milliyetçiliği, biz tıp mezun ve öğrencilerinde de aynı milliyetçilik vardır. Bu yoldan giderseniz kabul alma şansınız katlanacaktır. Hocalar kendilerini ve tarzlarını bilen kendi mezunları doktora öğrencileriyle çalışmayı severler.

Son Söz

İşin yolun yordamını bilen şansını daha da katlar. Hiçbir şey garanti değildir, fakat şansı ciddi miktarda artırmak sizin elinizde. Doktora mülakatına gireceklere başarılar dilerim.

5 Şubat 2017 Pazar

YÖKDİL / Akademik İhtiyaçlar İçin Yeni Çözüm


Değerli dostlar. Uzun bir aradan sonra tekrar merhabalar.

Yakın zamanda devreye giren yeni bir dil sınavı olan YÖKDİL sınavı başvuru alımlarına başladı. ÜDS sınavı kaldırıldığından itibaren akademik başvurulara yönelik bir dil sınavı ihtiyacı bulunmaktaydı. YÖKDİL sınavı da bu ihtiyacı kapatacağa benziyor.

Bildiğiniz üzere 2012 yılına kadar kamu sektörüne yönelik olarak KPDS, akademiye yönelik olarak ÜDS sınavı bulunmaktaydı. 2012 yılında bu sınavların ikisi de YDS başlığı altında toplanmıştı. ÜDS sınavı fen bilimleri, sağlık bilimleri ve sosyal bilimler başlıkları altında 3 farklı türde yapıldığı için akademik başvurularda tercih edilen bir yoldu. YDS sınavının gelmesiyle herkesin her alandan gelen soruları çözmek zorunda bırakılması adayları isyan ettirmişti. Örneğin, sağlık alanı dışındakiler sağlık alanının çok ileri konuları olan antibiyotik, alerji gibi alanlardan sorulara maruz bırakılmaktaydı. İşte YÖKDİL sınavı rahmetli ÜDS gibi fen, sağlık ve sosyal bilimler alanlarında ayrı kitapçıklarla sınav yapacak.

Sınav yapmaktan bıkmış gibi görünen ÖSYM bu yeni çıkan YÖKDİL sınavını Anadolu ve Ankara Üniversitelerine taşere etmiş durumda. Sınavın hazırlanması TÖMER ve dil öğretimiyle meşhur Ankara Üniversitesi'ne, sınavın yapılması ise Açıköğretim sistemi ve ağıyla meşhur Anadolu Üniversitesi'ne yüklenmiş durumda. Ankara Üniversitesi zaten TIPDİL sınavı sayesinde konuya dair tecrübeye sahip. Anadolu Üniversitesi ise AÖF sistemi sayesinde zorlanmadan bu işin altından kalkacaktır. Yani kalifiye üniversitelere bu işi vermek akıllıca olmuş. YÖK ve ÖSYM'den daha iyi bu işi kıvıracakları kesin.

Gelelim sınava. Sınav akademik dil yeterliliği ihtiyacı olan, yani lisansüstü programlara ya da doçent profesör gibi akademik kadrolara başvuranlar için açılmış durumda. YDS gibi dil tazminatı dağıtılmadığı için kasıntı olmayacağını tahmin ediyorum. İlk sınav 5 Mart 2017 Pazar günü saat 09:30'da tek oturum halinde yapılacak. Sınav 80 sorudan oluşacak ve süre 180 dakika yani 3 saat olacak. Sınav için gerekli olan kalem ve silgi Anadolu Üniversitesi'nin açıköğretim sisteminden aşina olduğumuz üzere adaylar tarafından getirilecek.

Sınav için son başvuru tarihi 7 Şubat 2017. Eğer akademik başvurular için dil ihtiyacınız varsa durmayın hemen başvurun. Başvuru ücreti ise 75 tl. Sınava giriş belgeleri 27 Şubat'ta yayınlacak. Sınav ülke genelinde 30 ilde gerçekleştirilecek.

Sınav başvuruları için önce YÖK tarafından kurulan YÖKDİL sayfasına girmeniz gerekiyor: http://yokdil.yok.gov.tr

Daha sonrasında "Sisteme Giriş Yapın" dediğiniz zaman Anadolu Üniversitesi tarafından kurulan sisteme aktarılıyorsunuz: https://sinavbasvuru.anadolu.edu.tr/ogrenci

Sonrası ise kolay. Halledilir.

YÖK sınavın yılda 2 defa gerçekleştirileceğini ve ilerde şu an için sadece İngilizce alanında olan sınavın Almanca, Fransızca ve Arapça dillerine de genişletileceğini belirtmiş. Sınavın geçerlilik sınırı bulunmamakta. Ayrıca sınav TUS sınavında yerleştirilmek için de kullanılabilecek. Tabi TUS için geçerlilik süresi 5 yıl olacak muhtemelen.

Akademik alanda dil ihtiyacı olanların muhakkak girmelerini tavsiye ediyorum. 2012 yılından bu yana ÜDS'nin kalkması ve YDS'nin çok zor olması nedeniyle akademik alanda ilerleyenler tarafından  büyük itirazlar geliyordu. Bu alanı kapatmak üzere YÖK bu sınavı hayata geçirdi. Bu açıdan sınav fırsat olabilir.

Herkese sınavlarında başarılar dilerim.

Daha ayrıntılı inceleme için:
http://yokdil.yok.gov.tr/yokdil_sinavi_bilgi_notu_20170202.pdf