22 Ekim 2025 Çarşamba

Türk Tıbbının Başlıca İki Ekolü: Hacettepe ve Çapa

Değerli arkadaşlar hepinize merhabalar.*

Türk tıbbının iki büyük ekolü olan Hacettepe ve İstanbul tıp (Çapa) fakültelerinden bahsedeceğim. Diğer fakülteler bu ekollerden doğmuştur. Diğer tıp fakültelerinden kimisi yeni yeni kendi ekolünü şekillendirmektedir, kimisi kimlik bunalımı yaşamakta daha kendi ekolünü oluşturamamıştır, kimisi de hala bu fakültelerin taklitleri ve kopyası şeklinde devam etmektedir.

Ekol Olmak Nedir?

Önce sözlük anlamından başlayalım. "Ekol" kelimesi Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğe göre "Bir bilim veya sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul" manasına gelmekte. Etimolojik olarak ise:

Fr école okul, sanat veya düşünce akımı << Lat schola okul EYun sχolḗ σχολή 1. dinlenme, işten geri durma, çalışmak zorunda olmama, 3. ilim, okul HAvr *seǵʰ- geri durma, dinme
Not: İng school biçimi Latinceden alınmıştır. Karş. YTü okul.

Nişanyan Etimolojik Sözlük

Ekol olabilmek için bir kişinin, kurumun ya da eserin kendi tarzını, niteliğini ve özelliğini oluşturması ve belirginleştirmesi gerekmektedir. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi ülkemizin ilk tıp fakültesidir. Kurulduğu 1453 yılında Ayasofya Medresesi'nde, 1470 yılında açılan Sahn-ı Seman Medresesi'nden Süleymaniye Külliyesi'ne,  1827'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane olmasından 1909'da Darülfünun olmasına ve 1933'te üniversite reformu ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi olmasına kadar birçok merhaleden geçmiştir. 550 yıldan fazla olan geçmişinde, Osmanlı'nın ilk modern tıp fakültesi olmakla, ülkemizin ise ilk tıp fakültesi olmakla ister istemez bir ekol halini almıştır. Ülkemizdeki geleneksel tıp fakültesi ekolünü temsil eder.

Ülkemizdeki diğer en güçlü ekol ise Hacettepe Tıp Fakültesi'dir. 1967 yılında görece yeni tarihte kurulmuş bir fakültedir. Aslından Hacettepe'den önce 1945 yılında Ankara Tıp Fakültesi, 1955 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1963 yılında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1966 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuştu. Peki daha sonraları kurulan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bunlardan daha önde bir ekol yapan neydi? Aslında ilk başında Hacettepe Tıp Fakültesi'nin orijini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bağlı çocuk hastanesidir. Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve yanına aldığı vizyoner öğretim üyeleri ile Ankara Tıp Fakültesi'ne bağlı çocuk hastanesi Hacettepe Üniversitesi'nin ve Tıp Fakültesi'nin öncüsü olmuş ve bugün ise büyük bir üniversite halini almıştır. Aslına bakarsanız Hacettepe Tıp Fakültesi'nin kökeni Ankara Tıp Fakültesi'dir, oradan ayrılmadır. Hacettepe'nin İhsan Doğramacı, Nusret Fişek, Doğan Karan gibi kurucu hocaları İstanbul Tıp ve Ankara Tıp mezunudur. Buna rağmen bu vizyoner hocaların vizyoner yönetimi sayesinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi bugün orijin aldığı fakülte olan Ankara Tıp Fakültesi'ni geçmiş ve daha belirgin bir ekol halini almıştır. Hacettepe ise kurulma aşamasından bu yana modern ekolü ve Amerikan tıp fakültesi ekolünü temsil eder.

Neden Ekol Olarak Sadece Hacettepe ve Çapa?

Çünkü Türkiye'deki diğer fakülteler bu fakültelerden köken almıştır ve bilerek isteyerek bu ekolleri tercih etmiştir.

Ülkemizin ilk tıp fakültesi İstanbul Tıp Fakültesi'dir. Sonrasında kurulan Ankara Tıp Fakültesi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ve hatta Hacettepe Tıp Fakültesi'nin kurucu hocalarının çoğu İstanbul Tıp Fakültesi mezunudur. Dolayısıyla geldikleri ekolleri devam ettirmişlerdir.

Hacettepe'nin yeni kurulmuş bir tıp fakültesi olmasına rağmen yazımında bahsettiğimiz iki ana ekolden birisi olması kendi ekolünü güçlü şekilde oluşturabilmesi ve diğer tıp fakültelerine de benimsetebilmesidir.

Diğer tıp fakültelerinden de ilk paragraflarda bahsettiğim gibi güçlü ekoller oluşturmuş ve kendi karakterini oturtmuş kaliteli fakülteler var. Ama ana ekoller olarak Hacettepe ve Çapa'dan bahsedilecektir. Cerrahpaşa da Çapa'nın kardeş fakültesi olduğu için Çapa çıkarımları geçerlidir.

Eğitim Anlayışı

Eğitim anlayışı açısından bu iki fakülte arasında önemli farklar vardır. Çapa genel olarak öğrencisini sıkmayan, klinik ağırlıklı bir eğitim vermektedir. Hacettepe ise öğrencisi sıkan, bilimsel ve temel bilimler ağırlıklı bir eğitim vermektedir. Bundan dolayı Çapa'da okuyan bir öğrenci bilgisini kendisi şekillendirebilmekte, standart olmayan bir bilgiyle mezun olabilmektedir. Bundan kastım öğrencinin bir konuda çok iyi ya da zayıf, bilgili ya da bilgisiz olabilmesidir. Yani eğitimin genel bir standardı yoktur. 

Diğer yandan Hacettepe öğrencisinin ilgisine önem vermeden her öğrencisini standart bir bilgi birikimi ile mezun etmektedir. Öğrenci kendi çabası ile kendine bir şeyler katabilmektedir fakat fakültenin zorluğundan dolayı çok zor bir şekilde bunu başarabilmektedir.

İki ekolün eğitim anlayışı iki fakültenin hocalarından alıntılarla anlatmaya çalışacağım. Bir gün Çapa'da kadın doğum dersinde Prof. Dr. Abdullah Turfanda şöyle bir şey söylemişti: "Tıp eğitimi açık büfeye benzer çocuklar. Her şeyden yemeye çalışırsanız kusarsınız. Ondan dolayı ne yediğinize ve ne kadar yediğinize dikkat edin. Her şeyden yemeyin, seçerek yiyin." 

Çapa hocalarından gastroenteroloji öğretim üyelerinden Prof. Dr. Kadir Demir vardır. Kendisi fakülteyi dereceyle bitiren, uzmanlık sınavını dereceyle kazanan bir öğretim üyesidir. Buna rağmen sözlülerde öğrencileri zorlamaz, kolay sorularla yüksek puanlar verir. Bunun sebebini bir gün şöyle anlatır: "Ben doğal seleksiyona inanırım. Ben bilgiyi veririm, isteyen alır istemeyen almaz." Kadir hoca sözlüde öğrencileri zorlayamayacak bir hoca tabi ki değildir. Asıl sebep bilginin aktarılmasında ve eğitimdeki anlayıştır. Bu iki örnek birbirinden farklı gibi görünse de aslında özünde aynıdır ve Çapa'nın doğal seleksiyona inanan eğitim anlayışını ortaya koymaktadır. 

Tıp eğitimi günümüzde tamamına hakim olunması imkansız bir hal almıştır. Hepsine hakim olmaya çalışmak tümünü kaybetmeye yok açabilir. Açık büfe örneği de bu konunun altını çizmektedir. Bundan dolayıdır ki, Çapa'da her türlü eğitim imkanı vardır ama öğrenmek öğrenciye bırakılmıştır. Bundan ötürüdür ki Aziz Sancar gelmiş, biyokimya ve fotoliyaz yolundan devam etmiş, Alaattin Yavaşça gelmiş kadın hsatalıkları doğum ve Türk Sanat Müziği'nden yürümüş gitmiş, Adnan Çoban gelmiş hekim sanatkarlardan olmuş çıkmış ve daha bir sürü örnek. Aziz Sancar gibi bir şahsiyet ilgi alanını biyokimyada bulmuş, daha tıp 2. sınıftan fotoliyaz üzerine araştırmalarına ve okumalarına başlamış ve bugün ki kendisi Nobel Kimya Ödülü'nü almış. Bu kişileri başka şeylerle boğmanın bir manası var mı? İşte bunlardan dolayıdır ki Çapa "her şey çıkar, arada bir doktor çıkar" sözüne mahzar olmuş. "Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir doktor çıkar" sözünün de kökeni Çapa'dır. Bunun manası sadece doktor değil sanattan edebiyata bilime birçok alanda da önemli şahsiyetler vermesidir.

Hacettepe'nin eğitim anlayışını ise şu anektodla anlatılabilir: Hacettepe Tıp'ın efsane hocalarından Prof. Dr. Çağatay Güler söyle demiştir: "Tıp öğrencisi Gastrointestinal Sisteme (GİS) benzer. Biz içerisine her şeyi atarız, o istediğini sindirir istediğini ise sindirmez." Bu söz de Hacettepe'nin eğitim anlayışını bize vermektedir. Hacettepe, öğrenciye gerekli olan her bilgiyi yüklemeye çalışmaktadır. İstediğini alacağını istediğini ise sindirmeyeceğini düşünmektedir. Bu düşüncenin yanlışı ise her şeyin atıldığında GİS sisteminin ishal olacağı, gerekmeyen şeylerin yanında gerekli şeylerin de sindirilemeden çıkartılacağıdır.

Çapa'nın eğitim anlayışının doğru ve güzel özelliği bilgiyi ve öğrenmeyi öğrencinin kapasitesine ve ilgi alanına bırakmasıdır. Böylece öğrenci sıkılmadan, ilgiyle istediği konuyu öğrenecek ve istediği konuda kendini geliştirecektir. İlgi alanında ve severek ilerleyen öğrenci ise fark yaratacaktır. Bunun sonucunda birçok başarılı klinisyen, hekim sanatkar ve Aziz Sancar gibi bilimsel öncüler ortaya çıkacaktır. 

Çapa'nın eğitim anlayışının kötü özelliği ise öğrencilerin standart bir bilgiden yoksun olarak mezun olmalarıdır. Bir öğrenci çok iyi bir hekim olarak da mezun olabilir, çok boş bir şekilde de mezun olabilir. Ya da daha tıp fakültesinde iken bir öğrencimizin yaptığı gibi Yale'de çalışmalar yürütüp beyin anevrizmasının genini bulabilir. 

Hacettepe'nin eğitim anlayışının güzel özelliği öğrencilerini standart bir bilgi düzeyi ile mezun etmesidir. Kötü özelliği ise birçok mezununu bıktırması, sevdirmek yerine nefret ettirmesidir. Her şeyi GİS'ten aşağı atarsan sistem bozulur, ishal olur, gereksiz bilgileri bırak gerekli bilgileri bile sindirmez.

Normatif mi Diskriptif mi?

Bu iki kavram birbirinin karşıtıdır. Örneği etikte vardır: Normatif etik ve diskriptif (tanımlayıcı) etik. Diskriptif olanı, normatif ise olması gerekeni anlatır. Bu açıdan Hacettepe normatif ise, Çapa'da diskriptiftir. Hacettepe klinik ve eğitim sistemi olarak Amerikan sistemini almış ve güzel bir düzen kurmuştur. Bu düzende günlük olması gereken kadar hasta alınır, doktorlar öğlen arası yapar, doktor order yazdığında hemşiresi ve hastabakıcının bunu yerine getirmeme gibi bir şansı yoktur. Çapa'da ise aşırı miktarda, aslında bakılması gerekenden aşırı fazla hasta alınır polikliniklere, öğlen arası felan hak getire, akşam hasta kaçta biterse mesai o saatte biter. Sen order yaz ama nerede bulasın hemşireyi, hastabakıcıyı. Hastabakıcıları bulana aşk olsun. 

Hacettepe'nin sistemi güzel, evet. Peki Hacettepe sınırlarından dışarı çıkınca? Ülkemiz sağlık sistemi sizce hangisine benziyor? Hacettepe gibi değil tabi. O zaman yeni mezun olmuş çiçeği burnunda hekimimiz mecburi hizmete gittiğinde hastabakıcıyı arayıp bulamadığında, şoför hasta nakletmeyi reddettiğinde, hemşirelere sözünü geçiremediğinde, yazdığı orderlar yapılmayıp hasta yakınları kendisini bulduğunda, poliklinikte veya acilde hasta yoğunluğu altında ezildiğinde (bunların hepsi sağlık sistemimizde yaşanan şeylerdir) ne olacak? Olacağı söyleyeyim: Buna alışık olmayan Hacettepe mezunu bocalarken, daha fakülteden buna alışık olan Çapa mezunu gemisini yürütecektir. Acı ama gerçek. Fakültenin öğrenciyi ülke şartlarına hazırlaması gerekir.

Bu konuya Cleveland Kardiyoloji öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Tuzcu'yu örnek verebiliriz. Çapa'da kendisinin söyleşinde bulunma şansım olmuştu. Kendi ağzından dinledim. Kendisi tıp fakültesi mezuniyetini ve dahiliye uzmanlığını Çapa'dan alır. Türkiye'de uzman olarak birkaç yıllık hizmetin ardından Cleveland Clinic kardiyolojiye klinik tecrübe kazanmak ve sonrasında Türkiye'ye dönmek amacıyla gider. Burada imkanlar ve sistem Türkiye'nin aksine o kadar güzeldir ki, çok severek ve aşkla çalışır. Hiçbir şey kendisini durduramaz. O yıl yerli ve yabancı asistanlar arasında en başarılı asistan seçilir. Ve kendisine çok nadir yapılan bir şey yapılır ve Türkiye'deki dahiliye uzmanlığı kabul edilerek direkt olarak kardiyoloji yandalından başlatılır. Türkiye'de kardiyolojiye tıptan sonra direkt olarak girilebilse de ABD'de dahiliye sonrası yandal olarak girilebilmektedir. Bilenler bilir ,ABD'de ekseriyetle Türkiye'den alınan uzmanlıklar kabul edilmez ve tekrardan uzmanlık yapılması ondan sonra yandala başlanması istenir. Murat Tuzcu hocanın ender başarısı sonucu Kardiyoloji yandalına direkt kabulü olmuştur. Hoca da bunu Türkiye'de yaptığı uzmanlığa ve Elazığ'ın Maden ilçesinde 2 yıl yaptığı uzmanlık hizmetindeki imkansızlıklara bağlamaktadır. ABD'deki ABD vatandaşı asistanların en ufak şeyleri bile sorun yaptığını, şikayet ettiğini, kendisi ve geldiği şartlar için onlara sorun gelen şeylerin çok gülünç şeyler olduğunu söylemektedir.

Şehir Faktörü

Fakültelerin her özelliğinin yanında bulundukları şehirler de öğrencilerini ve mezunlarını etkilemektedir. İstanbul'da bulunan fakülte mezunları İstanbul nosyonu sayesinde daha sosyal yetişmektedir. Ankara'da ise sosyal aktiviteler ve olanaklar daha azdır, ekseriyetle bürokratik bir hava mevcuttur. Ankara mezunları sosyal yönden İstanbul mezunları kadar sosyal olmamaktadır. Hangi fakülte olduğunu geçtim İstanbul'da okuyan bir tıp öğrencisini İstanbul'un kendisi yetiştirir.

Kendi görüşüm olarak; insan üniversitenin yanında bir de hayat üniversitesinden mezun olmalıdır. Hayatı öğrenmek açısından bu önemlidir. İstanbul'da okuyan bir öğrenci hayat tecrübesi olarak daha fazla kazanım elde edecektir.

İstanbul'da hasta yoğunluğu daha fazladır. Hasta yoğunluğu ve çeşitliliği ise tıp öğrencisini pişiren bir gerçektir. Öyle ki Çapa için "klinik koridorlarında bile dolaşsan çok iyi doktor olursun" denilir. Diğer yandan Ankara'da ise hasta sayısı ve çeşitliliği İstanbul'a göre bir seviye geride kalmaktadır. Günümüzde Ankara'daki tıp fakülteleri kaliteli hizmetleri ve öğretim üyeleri sayesinde Türkiye'ni her yerinden hasta çekmektedir. Bu da hasta yoğunluğunu ve çeşitliliğini artırmaktadır. Ama yine de İstanbul'un gerisinde kalmaktadır. İstanbul'un nüfusu neredeyse 20 milyon iken Ankara 5 milyon civarındadır. İstanbul'a, bırakın Türkiye'yi, artık sağlık turizmi ile dünyanın her yerinden hastalar gelmektedir. Bu da İstanbul'u bir adım öne çıkartmaktadır.

İstanbul'un eksisi ise öğrenciyi amacından uzaklaştırabilecek çok engel olmasıdır. Sosyal aktiviteler, gezilecek yerler, trafik, kalabalık,... gibi birçok faktör öğrencisi dersten ve akademik uğraşlardan alıkoyabilmektedir. Diğer yandan Ankara ise derslerinize ve akademik çalışmalarınıza çok rahat vakit ayırabilmekte iken dikkat dağıtıcı unsurlar minimal düzeylerdedir. Ankara'nın bu artısı mevcuttur. 

Geleneksel Ekol vs Amerikan Ekolü

Yazının girişinde de bahsettiğim gibi İstanbul Tıp Fakültesi ülkemizin geleneksel ekolünü, Hacettepe ise Amerikan ekolünü temsil etmektedir. Hacettepe'de çalışan okuyan bir tıp öğrencisi ya da asistan doktor Amerikan ekolünü hemen fark edecektir. Rahmetli İhsan Doğramacı Hacettepe'de Amerikan tıp fakültesi ekolü doğrultusunda çok iyi bir sistem kurmuş, bu sistem bugün de işler bir vaziyette devam etmektedir.

Uluslararası Bilinirlik

Bu konuda çok asıp kesmeye gerek yok. Bizim yarıştığımız Amerikan tıp fakültelerinin yanında çok bir varlığımız olduğu söylenemez. Diğer yandan Avrupa tıp fakültelerine göre oldukça iyiyiz.

Amerika'ya staj için giden bir arkadaşıma sormuştum. O da Türkiye'de en çok İstanbul ve Antalya'daki tıp fakültelerini biliyorlar, demişti. O da bu yerlerin tatil beldeleri olmasından dolayı. Yurt dışında özellikle bilimsel özellikleriyle öne çıkan veya bilinen bir tıp fakültemiz yok.

Uluslararası akademik sıralamalara gelince makale, öğretim üyesi sayısı, atıf sayıları gibi bazı parametreler alındığında iki fakülte de kafa kafaya gitmektedir. Bazı sıralamalarda Çapa, bazılarında ise Hacettepe daha yüksek sıralamalarda olmaktadır. Bu açıdan da çok birbirlerine üstünlükleri olduğunu söyleyemeyiz.

Reklam, Tanıtım, İnovatif Yapı ve Gelenekçilik

Hacettepe Üniversitesi devlet üniversitesi olmasına rağmen eski yıllardan beri reklamını ve tanıtımını yapan bir üniversitedir. Şu anda bazı devlet üniversiteleri reklamını tanıtımını yapsa da eskiden devlet üniversitelerinin reklam ya da tanıtım yapması pek görülen şeyler değildir. Örneğin İstanbul Üniversitesi reklam yapacak, gülerdi insanlar. Günümüzde ise ne olduğunuz değil, kendinizi nasıl gösterdiğiniz, denilen şekliyle ALGI daha da önem kazanmış durumda. Sanırsam 50 yıl gibi kısa bir sürede Hacettepe'nin bu hale gelmesinde reklam ve tanıtımların da büyük rolü var. Hacettepe'nin bu vizyonunun arkasında da vizyoner kurucuları var. İstanbul Üniversitesi ise bugün reklam ve tanıtım konusunda emekleme seviyesinde başlamasına rağmen eskiden beri geleneksel bir tavır sergilemekte. Kökleşmiş şeylerin değişmesi daha zor oluyor. İşte bu noktada Hacettepe'nin avantajı daha fazla. Kendisini bağlayan bir geçmişi yok, bu da fakülteye daha inovatif bir yapı kazandırıyor. Bu açıdan Hacettepe inovatif, Çapa ise daha gelenekçi diyebiliriz.

Örneğin Hacettepe, ülkemizde ilk ve yakın zamana kadar tek olan MD-PHD programını hayata geçirmiştir. Tıp öğrencilerinden 2. sınıfın sonunda seçilen öğrenciler aynı zamanda bir PHD programına başlayabilir ve tıp diplomasının (MD) yanında bilim doktorluğu (PhD) unvanını da aynı zamanda kazanabilirler. İki fakültenin de güzel yönlerini görmek lazım.

Bir dipnot. Bugünlerde en çok reklam yapan tıp fakültesi Koç Tıp. Daha herhangi bir malumata sahip olmayan lise mezunu ve müstakbel doktor adayları ise reklama kanıp Koç Tıp'ı ülkemizin en iyi tıp fakültesi sanıyorlar. Koç Tıp şu anda bilimsel ve araştırma ağırlıklı bir tıp eğitimi veriyor. Bununla da reklam yapıp övünüyor. Ama yıllar önce Çapa'ya gelip öğrencilerinin Çapa'da staj yapması için başvurmuşlardı, red cevabı almışlardı. Bunu kimse bilmez. Öyle olması gerektiği için mi araştırma ağırlıklı eğitim veriyorsunuz yoksa öğrencilere klinik eğitim verecek bir hastane ve hasta imkanınız olmadığı için mi? Yıllardır İstanbul'daki özel üniversite tıp fakültesi öğrencileri Yeditepe'sinden Bilim Üniversitesi'ne Çapa ve Cerrahpaşa acillerine takılırlar, bizler de öğretmek amacıyla yardımcı olurduk. Ondan dolayı özel üniversite reklamlarına bakmayın, gerçekte ne olduklarına bakın.

İngilizce Tıp Yaklaşımı

Geçenlerde İngilizce tıp okumak üzerine bir yazı yazmıştım. Blogda mevcut. Burada da özet geçeyim. İstanbul Üniversitesi ve tıp fakülteleri olan (her ne kadar bugün kardeşler ayrılsa da köken olarak aynı kökenden gelen) Cerrahpaşa ve Çapa tarihsel nedenlerle ekseriyetle Türkçe tıp eğitimi vermektedirler. Çapa ve Cerrahpaşa'nın çok az İngilizce tıp kadrosu bulunmaktadır. Diğer yandan Hacettepe eğitimde Amerikan sistemini baz almış ve İngilizce tıp sistemi ile devam edegelmiştir. Önceki yazıda da söylediğim gibi tıp öğrencisi ve doktoru muhakkak İngilizce bilmeli fakat tıp eğitimi Türkçe olmalıdır. 

İstanbul Üniversitesi tarihinde yabancı dilde (1800'lü yıllarda Fransızca) eğitim yapılmış, öğrenmedeki zorluklar nedeniyle ana dilde eğitime geçilmiştir. Atatürk de üniversite reformu sonrası Almanya'dan gelen bilim adamlarına ana dilde eğitimi ve ana dilde kitap yazmayı şart koşmuştur. Buna rağmen İngilizce tıp eğitimi yanıştır. Yine söylüyorum: Tıp öğrencisi ve doktoru kendisini mesleki olarak geliştirmek ve liretatür takip etmek için yabancı dil muhakkak bilmelidir, fakat tıp ana dilde okunmalıdır. Evet, İngilizce tıp size iyi bir İngilizce kazandırabilir, fakat hekimlik bilginizden çalar.

Farklı Ekollerden Faydalanma / Ekollerin Sentezi

Ülkemiz ve insanımız farklı ekollerden faydalanılması noktasında olması gereken yere gelememiştir. Hacettepe ya da Çapa öğretim üyelerinin geçmişlerine bakın. Hepsinin mezuniyetleri, uzmanlıkları, doçentlikleri ve profesörlükleri aynı fakültedendir. Hepsi ya Çapa'da doğmuş, büyümüş ya Hacettepe'de doğmuş büyümüştür. Peki ama bu doğru mu? Amerika'da bir öğrenci Harvard'tan mezun oldu ise öğretim üyesi uzmanlık ya da doktora için öğrenciyi başka üniversiteye yönlendirir: Örneğin Yale, Stanford,... Öğrenci uzmanlığını da bitirdiğinde öğretim üyesi fellowship için öğrencisi daha başka bir yere yönlendirir: Örneğin, Clevaland, Princeton, Johns Hopkins,... Bunun amacı nedir? Kişinin farklı ekollerden farklı yaklaşımlar almasıdır. Harvard Tıp'tan mezun olan bir öğrenci için öğretim üyesi fakülteden alacağı bilgi ve görgü birikimi aldığını, uzmanlık için farklı bir merkeze girmesi gerektiğini söyler. Fellowship için daha farklı, asistant professor olmak için daha farklı üniversitelere gitmesi gerektiğini düşünür. Ama bizde tam tersidir: Öğrenci nerede doğdu ise profesör olarak orada ölür. İsterim ki Hacettepe'de okuyan Çapa'da uzmanlık yapsın, Çapa'da okuyan Hacettepe'de uzmanlık yapsın. Böylelikle farklı ekoller görülecek ve bilgi - görgü - yaklaşım - perspektif artacaktır.

Üniversite Sınavı Puan Sıralaması

Dikkat ederseniz yazı boyunca üniversitesi sınavı puanlarına girmedim. Fakülte puanları yanıltıcıdır. Konuyla alakalı malumatı olmayan lise öğrencilerinin tercihlerini yansıtır üniversite sınavı puanları. Kim daha çok reklam yapıyorsa onun puanı yükselir. Öğrencilerin tercihlerine göre yükselir. Kontenjan sayılarına göre yükselir ya da düşer. Ama tıp fakültesinin eğitim kalitesini üniversite sınavı puanı belirlemez.

Tıp Eğitiminde Olması Gereken

Tıp eğitim açısından mükemmel bir tıp fakültemiz yoktur. Her fakültenin iyi ya da kötü yanları vardır. Tıp fakülteleri arasında yine de en iyi fakülteler ekolleri ve kendilerini kanıtlamaları ile Hacettepe ve Çapa'dır. Ben olsam her fakültenin en iyi noktalarını alırım. Örneğin Hacettepe'nin temel bilimlerini, Çapa'nın klinik bilimlerini, Hacettepe'nin standardizasyonunu, Çapa'nın doğal seleksiyonunu, Cerrahpaşa'nın arazisini, Marmara'nın eski binasını, İzmir'in denizini, Koç'un reklamı .... vs. Tıp fakültesini bir fakültede okursunuz, uzmanlığı başkasında yapar yine o fakültenin iyi yanlarını alabilirsiniz. Yandalı başka yerde yaparsınız. Böylece çeşitlilik olur ve kendinizi geliştirmiş olursunuz. Tıp fakültesi bu yolun başlangıcıdır.

Yine de bir sıralama yapmak gerekirse en iyi tıp fakültelerini gruplandıralım:
En iyiler ve ilk sıradakiler: Çapa, Cerrahpaşa, Marmara, Ankara, Hacettepe, Ege, Dokuz Eylül
İlklerin arkasından gelenler: Gazi, Uludağ, Çukurova, Trakya, Samsun, Atatürk, Dicle, KTÜ
Diğer tıplar
Özel tıplar
Özeller arasında bence en iyiler: Yeditepe, Medipol

Sonuç

Her zaman ve her yazımda bahsettiğim gibi bahsettiğimiz bu şeyler kişinin kendisinin arkasında gelir. Kişi hangi fakülteye ya da tıp fakültesinde okursa okusun bilim aşkıyla çalışma azmiyle çok iyi yerlere gelebilir. Bahsettiğimiz fakülte mezunlarına nal toplatabilir. Yazıda anlattığımız bu fakültelerin imkanlarının diğer fakültelere göre daha iyi, öğrencilerinin bir adım önde olduğudur. Diğer yandan kişinin kendi gayreti asıl belirleyicidir.

Hacettepe ve Çapa ekolleri ile olan tespitler 15 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu süre içerisinde bu fakülteler de çok değişti. Bazı çıkarımlarım bugün güncelliğini yitirmiş olabilir. Yeni bazı özellikler kazanmışlar, daha iyiye ya da kötüye gitmiş olabilirler. Bu yazı genel bir çerçeve çizmek, Türk tıbbına bir not düşmek amacıyla yazılmıştır.

Buradaki çıkarımlar kendi düşüncelerim ve yaşadıklarımdır. Yüzde yüz ya da her öğrenci - mezun için doğru olacak diye bir kaide yoktur. Kendi görüşlerim ve ağır bastığını düşündüğüm özelliklerdir.

Ülkemiz tıbbı ve tıp eğitimi birçok Avrupa ülkesine göre iyi durumda, Afrika ve Asya'ya göre ise çok ileri durumdadır. Diğer yandan sadece Amerika'nın gerisindeyiz. Önemli olan aramızdaki farklılıklara odaklanmak değil, Türk tıbbını ve tıp eğitimini elbirliği ile daha iyiye ve ileriye götürmektir. İhsan Doğramacı'nın dediği gibi: "Daha ileriye, en iyiye."

*Bu yazıda geçen çıkarımlar genel çıkarımlarımdır. Her öğrenci ya da her mezun için tabi ki geçerli değildir. Burada belirtilenin aksine olan öğrenci ve mezunlar tabi ki bulunmaktadır.

*Bu iki ekolü karşılaştırmaya ehil misin? diye düşünebilirsiniz. Kesinlikle değilim. Sadece deneyeceğim. Diğer yandan babadan Cerrahpaşalıyım, hem Çapa'da hem de Hacettepe'de öğrenciliğim ve asistanlık yapmışlığım var. Bu işte çok iyiyim, mükemmelim diyemem. Ama en azından bu yola çıkabilecek arka plana sahibim.

Profesör olmadan önce Uzman, Uzman olmadan önce Doktor, Doktor olmadan önce İnsan OL


Sn meslektaşlarım. 

Bu yazı, tıp özelinde, her alanda akademik olsun olmasın bir makama gelmiş kişiler için bir ibret taşıyabilir.

Tıp alanı için konuşmak gerekirse, insanlıkları! sorgulanmadan tıp fakültesini kazanan öğrenciler önce tıp fakültesinden mezun olup doktor olurlar, Tıpta Uzmanlık Sınavı'nı kazanır ve uzman olurlar, akademik kariyer yaparlarsa profesör yani hoca olurlar. Gidişat böyledir.

O zaman olması gereken gidişat: İnsan -- Doktor -- Uzman -- Profesör hoca

Önce tümden gelelim:

Alanda profesör unvanını almış birçok hocamız vardır. Bu hocalarımızı ekseriyetle özel hastane ve muayenehanelerde görürüz. Tıp fakültesinde gördüğümüz profesörlerimiz de çoğunlukla mesaiyi doldurup özel yerine gitme derdindedirler. Öğrenci eğitiminde, asistan eğitiminde, üniversite aktivitelerinde ve hasta bakımında kendileri çok işin içinde değildir. Çoğunluğunun alanında ne kadar uzman? oldukları da tartışılır. Uzman olduktan sonra YÖK kriterlerini karşılayacak kadar, nitelik açısından zaten önemli olmayan yayınlar yapmışlar ya da yaptırmışlardır.

Devlet ve özel hastanelerdeki uzman doktorlara bakalım. Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra çoğu alanda hiç çalışmadan, pratisyen doktorluk yapmadan asistanlık kazanmış ve yalapşap bir eğitimle uzman doktor olmuşlardır. Tıp fakültesinin en önemli dönemleri olan 4. 5. ve 6. sınıfta tıbbı öğrenmek yerine TUS çalışmışlardır. Ne tıbbiyeyi doğru düzgün okumuş, ne 6. sınıfta doğru düzgün intern hekimlik yapmış, ne de fakülteyi bitirdikten sonra hekimlik yapmışlardır. Ülkemizde mevcut orman kanunları gereği geçer akçe olan uzman doktorluğu kazanabilmek adına her çaba içine girmiş, TUS dershanelere aşırı derecede para dökmüşlerdir. Amaçlarını elde etmişler ve bir uzmanlığa yerleşmişlerdir. Uzmanlık eğitimleri sırasında mesai ve nöbete kasmışlar, günü kurtarmışlar ve bir şekilde uzman olmuşlardır. Bu tarz uzman hekimler hayatlarında hiç pratisyen hekimlik yapmadıkları için pratisyen hekimleri de ezmeye çalışırlar.

Ülkemizin doktorlarına gelelim. Üniversite sınavında soruları en iyi ve en doğru yuvarlak içerisine alanı doktor yapıyoruz. İnsanlığına, kişiliğine, sosyal yardım kişiliğine, vicdanınıa,... bakmıyoruz. Ayrıca tıp doktorlarını 18 yaşında tıp fakültesine almak da tartışılır. Yurt dışında bir kere 18 yaşındaki bir bireyi tıp fakültesine almıyorlar. Tıp öncesinde 4 yıllık bir biyoloji, tarih, sosyoloji,... gibi bir bölüm bitirmesini istiyorlar. 22 yaşından önce ve bir bölüm mezunu olmadan tıp fakültesine giremiyorsunuz. 18 yaşındaki birisinin tıbbın gerektiği ciddiyeti sağlamasını beklemiyorlar. Ki ülkemizde de 18 yaşında tıbba giren bir öğrenci bu durumun ciddiyetini sağlayamıyor. Diğer bir faktör sosyal sorumluluk. Bir hekimin sosyal sorumluluk sahibi olması gerekiyor. Yurt dışında tıbbiyeye başvururken o zamana kadarki yaptığınız sosyal sorumluluk projelerine de bakıyorlar, sadece sınav puanlarınıza değil. Mevcut verilerle de kişiler mülakata alınıyor. İnsanlık açısından güçlü çocuklar tıp fakültesine kabul ediliyor. Bizde ise dediğim gibi, bu faktörlerin hiçbirisine bakılmadan, sadece soruları en iyi yuvarlak içine alanlar tıbbiyeyi kazanıyor. O zaman "insanlık" kavramı bu öğrencilerde aranamaz, çünkü bir kıstas olarak alınmadı. Bu nedenle ki tıp öğrencileri arasında otistiği de var, kişilik bozukluğu olan da, insanla hiç alakası olmayan da var, insandan kaçan da. E işimiz insanla, nasıl olacak? Sonra başlasın TUS çalışıp insandan kaçan bölümlere kaçmalar. İnsanla uğraşan bir bölümde biyokimya nasıl derece ile alabilir?

Şimdi baştan gelelim:

Kişilik özelliklerine bakılmadan, sosyal sorumluluğuna bakılmadan öğrenciler, erken denilebilecek, sorumluluklarının ve ciddiyetinin farkında olmadığı bir yaşta tıp fakültesine öğrenci alınıyor. Sorun buradan başlıyor. Doktor olmadan önce İNSAN olmak lazım.

Bu öğrenciler mesleklerini en iyi öğrenecekleri 4. 5. ve 6. sınıflarda TUS çalışıyorlar. Zaten 1. 2. ve 3. sınıf temel bilimlerde çok genç oldukları için temel bilimlerin öneminin farkında değiller. Bitirince çoğu doktorluk bile yapmadan TUS ile uzmanlık eğitimine başlıyorlar. Çoğu üniversite hastanelerinde uzmanlık eğitiminde doğru düzgün hasta bile görmüyorlar. Uzmanlığı da bitiyorlar. E bu insanlar doktorluk bile yapmadı ki? Demek ki, uzman olmadan önce İNSAN ve DOKTOR olmak lazım.

Bence her tıp doktoru en az 1 yıl mecbur hizmet yapmalı. 1 yılın sonunda uzmanlık eğitime başlayabilmeli. Bu kişilerin önce doktor olmayı öğrenmesi ve sahayı görmesi lazım. Uzmanlık sınavını kazansın, hakkı baki olsun, saha görevi sonrasında başlasınlar uzmanlık eğitimine. Ayrıca üniversite sınavında tıbba yerleşirken yapılan yanlışlar TUS sınavında da yapılıyor. Yurt dışında uzmanlık sınavında puanın yanında kişilerin makalelerine, bilimsel aktivitelerine, sosyal sorumluluk projelerine de bakılıyor. Cerrah olmak isteyenlerin el yeteneğine bakılıyor. Bizde eli zangır zangır titreyen cerrahi yazıyor. Direkt olarak yüzünüze bakamayan, insani ilişki kuramayan doktor psikiyatri yazıyor. Laboratuvarın L'sini sevmeyen temel bilimler yazıyor. Bu kadar da olmaz! Yanlışlar devam ediyor...

Uzman doktorlarımız! sahada hasta bakmak ve nöbet tutmaktan ölümüne kaçıyorlar. Uzmanlık eğitimlerinde bölümün angaryasını çekip eğitim almayan, kendisinin de zaten umurunda olmayan uzmanlarımız özel hastanelerde ve muayenehanelerde daha yüksek ücrete çalışmak, devlet hastanelerinde nöbetten çıkmak ve bizzat hasta bakmamak için oturup doçentliğe çalışıyorlar. Literatüre hiçbir katkısı olmayan ancak YÖK'ün doçentlik kriterlerini sağlayacak çalışmaları yapıyorlar ya da parayla yaptırıyorlar. COVİD zamanında COVİD ile alakalı 5 tane makale yazıp hoca oluyorlar. Sonucunda eğitimci olmak için değil, bu faktörlerden dolayı hoca oluyorlar. Demek ki, hoca olmadan önce İNSAN, DOKTOR ve alanında UZMAN olmak lazımmış.

Bu hocalarımız hoca olduktan sonra para, makam, entrika peşinde koşmaya devam ediyorlar. Aslında bilimsel çalışma, makale, öğrenci - asistan eğitimi, sosyal sorumluluk peşinden koşmaları lazımken. Ancak tıp fakültesinin girişinden başlayan, insan olmakla başlayan bu yola yanlış başlanıp yanlış ilerlendiği için bu sistemin meyvesi olan hocalarımızda da zaten makam, para ve entrika hariç bir şey bekleyemeyiz. Bu sistemin içerisine girmemiş, kazara istenen yere gelmiş hocalarımızı da sistem zaten cezalandırmaktadır.

Son Söz

Sn Doktor bilmem kim

Sn Uzman Doktor bilmem kim

Sn. .... hastalarıkları uzmanı Profesör Doktor bilmem kim...

Bu unvanları isminin başına yazabilirsin ancak:

İnsan olmadan doktor unvanı alabilirsin, ancak hekim olamazsın. Tıp doktorluğu akademik bir derecedir.

Doktor olduktan sonra uzman olabilirsin, ancak alanında alanında uzman ve hekim olamazsın.

Uzman olduktan sonra profesör olabilirsin, ancak öğretmen, hoca, uzman ve hekim olamazsın.

Bir tıp fakültesi profesörü, tıp öğrencilerine şöyle diyor: "Oğlum eşeği bağlasan mezun olur". Tıp fakültesi eğitimi elinde olan bir kişinin bu sözü demesi ne kadar ayıp. Ama öğrencinin de cevabı altta kalmıyor: "Biraz daha başlarsan da hoca olur!". Böyle hocaya böyle öğrenci...

Ne ekersen, onu biçersin.

Saygılarımla.