30 Ekim 2015 Cuma

Aşırı Eğitim (Over-educated) ve Hekimler

Hekimler ilk çağlardan itibaren halka nazaran aşırı eğitimli olmuşlardır. En eski üniversitelerde bulunan en kadim üç bölümden birisidir tıp (diğerleri hukuk ve ilahiyattır). Hekimler, topluma göre aşırı eğitimli oldukları için sadece hasta bakmakla kalmamış, toplumun dinamiklerine ve sorunlarına da kafa yormuşlardır. Tıp eğitiminden elde ettikleri sorgulayıcı, tanılayıcı ve tedavi edici analitik yöntem bilimini toplumsal sorunlara da uygulamışlar, çözümler üretmeye çalışmışlardır. Birçoğu da başarılı olmuştur. Belki de yakın bir tarihe kadar, hekimlerin birçoğunun aynı zamanda düşünür (filozof) olmasının bir nedeni de budur.

"Aşırı" kavramı sürekli tartışılan, sınırları belli edilmeye çalışılan bir kavramdır. Tespit edilmesi genelde göreceli değerlendirmelerle yapılır. Elde olan grup belirli bir özelliğe göre sıralandığında en uçta kalan değerler "aşırı" olarak kabul edilir. Genelde evrensel olarak kabul görmüş bir "aşırı" yoktur. Örneğin, Oscar Wilde "Asla aşırı eğitimli olamazsınız" der. Doğrudur. Bence de, eğitimin sınırı ya da aşırısı yoktur. Ne kadar okusak, eğitim alsak yetersizdir. Ama bu yazıda bahsedilen toplum normlarına göre aşırı eğitimli olmaktır. Toplumun eğitiminin yettiği anlayış seviyesinden birkaç seviye üstte olmaktır, toplum normlarına göre aşırı olmaktır.

Oscar Wilde başka bir yerde ise "Günümüzde iyi eğitimli olmak büyük bir handikaptır. Size birçok kapıyı kapatır" demektedir. İyi eğitimli olmanın açtığı kapılardan ziyade kapattığı kapıları vurgulamaktadır. Hakikaten tıp eğitimi alan hekimleri toplumda sadece hekimlikle sınırlama gibi bir yaklaşım vardır. Oysa birçok hekimde hekim olmaktan fazlası vardır. Felsefe, edebiyat, müzik, sanat, sosyoloji, psikoloji bunlardan sadece birkaçıdır. Düşünceleri her ne kadar sapkın olursa olsun Freud'un psikoloji ve psikiyatri bilimine katkıları tartışılmaz bir gerçektir. Oysa Freud, bir tıp doktorudur.

Tıp sanatını icra eden hekimler eski çağlardan beri uzun süreli yüksek eğitim aldıktan (batıda üniversite, doğuda medrese) ve bir tabibin yanında uzun süreler çıraklık yaptıktan sonra sonra mesleklerini icra edebilir konuma gelmişlerdir. Karşılarında hizmet verdikleri halk ise çoğu okuma yazma bilmeyen bir topluluktur. Günümüzde ülkemizde 8 yıl temel eğitim, 4 yıl lise ve 6 yıl tıp eğitimi ile toplamda en az 18 yılda tıp doktorluğu diploması alınabilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise 8 yıl temel eğitim, 4 yıl lise, 4 yıl kolej eğitimi sonrası 4 yıl tıp eğitimi ile 20 yılda alınabilmektedir. Yani bir hekim en az 18 yıl eğitim görmüş bir kişidir. Diğer yandan halkın ortalama eğitimi oldukça düşüktür. 2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması'na göre ülkemizdeki erkeklerin ortanca eğitim süresi yaklaşık 7 yıl (6,9 yıl), kadınların ise yaklaşık 5 (4,7) yıldır. Yani Türkiye'de karşımıza çıkan ortalama bir kadın ancak ilkokul mezunu, ortalama bir erkek ise ortaokul 2. sınıfa kadar okumuştur. Yani geçmişten günümüze değişen çok da bir şey yoktur.

Bir hekim en azından 18 yıl eğitim almakta, bunun üzerine birçoğumuz uzmanlık, doktora, yüksek lisans, sertifika eğitimleri, kongreler, ... gibi eğitimsel araçlarla eğitimini artırmaktadır. Halkla aramızda bulunan eğitim açığını daha da artmaktadır. Bu da hekimlerin halkla olan genel ve tıbbi iletişimini zora sokmaktadır. İdeal olarak, halkların eğitim düzeylerinin yüksek olması gerekmektedir. Yani her vatandaş en azından lise mezunu olmalıdır. Genel eğitim tek başına yeterli olmamakta, bu noktada halkın sağlık okur-yazarlığı ön plana çıkmaktadır. Sağlık okur-yazarlığı: "genel okur-yazarlık ile ilişkili olup insanların yaşamları boyunca sağlık hizmetleri ile ilgili konularda kanaat geliştirmek ve karar verebilmek, sağlıklarını korumak, sürdürmek ve geliştirmek, yaşam kalitesini yükseltmek için sağlık ile ilgili bilgi kaynaklarına ulaşabilme, sağlık ile ilgili bilgileri ve mesajları doğru olarak algılama ve anlama konusundaki istekleri ve kapasiteleri" şeklinde tanımlanmaktadır. Halk ile hekimlerin en iyi düzeyle iletişim kurabilmeleri için hekimlerin iletişim becerileri yanında halkın genel okur-yazarlık ve sağlık okur-yazarlığı düzeyleri ve genel iletişim becerisi seviyesi önemlidir. Aksi takdirde halk ve hekimler birbirleriyle anlaşamayacaklardır.

Bu konuda birkaç örnek üzerinde durmak isterim. Kenan Evren Cumhurbaşkanlığı'na çıktığı dönemlerde hekimlere olumsuz bir tutum geliştirmiş, deyim yerinde ise savaş açmıştır. Meslek onurunu zedeleyen birkaç hekim nedeniyle tüm hekimlik camiasını suçlar. O zamanlar Dr. Çağatay Güler, Kenan Evren'e bir cevap olması amacıyla kendi ve çevresindekilerin anılarından derlediği "Asacaksın Bu Doktorları" isimli kitabı yazar ve kendisine gönderir. Kitapta geçen bir olay şu şekildedir: Aileler arasında silahlı kavga çıkmış, ailelerden birisinin bir ferdi yaralanmıştır. Hasta acile getirilir. Kurşun karından girmiş, arka tarafta omuriliğe kadar gelmiş ve omuriliğin üzerinde kalmıştır. Hekim, hastanın genel durumunu değerlendirmekte ve organ yaralanmalarını hesaplamaya çalışmaktadır. Hasta yakınları ise ısrarla kurşunun omurilikte olduğunu, hemen kurşunu oradan alması gerektiği yönünde bastırırlar. Sebep ise filmlerde kurşunla yaralanan kahramanın bıçağı kızdırıp kurşunu çıkarması, zorlu bir uykudan sonra sabah kendine gelmesidir. Oysa gerçek hayat filmlerdeki gibi değildir. Doktor hastanın kan kaybını hesaplamakta, gerekirse sıvı ve kan vermeye çalışmakta, organ yaralanmalarını değerlendirerek gerekli olan cerraha haber vermeye uğraşmaktadır. Hasta yakınlarının gerçekle bağdaşmayan isteklerini kulak ardı etmektedir. Kurşunun çıkartılması en son, en önemsiz iştir çünkü. Kurşunun çıkartılması için baskı yapan hasta yakınları kavga dövüş hastalarını alıp dediklerini dinletebilecekleri bir yere götürmeye çalışırlar. Hasta ise yolda ölür. İşte bu olayda kimdir hastanın katili? Hasta yakınları hekimi suçlamaktadır...
Diğer bir olay ise yakın zamanda kulaklarımla duyduğum bir hadisedir. Bir dizi yapımcısı anlatmaktadır. Dizide bacağından yaralanan kahramana esas kız bir merhem getirir. Ertesi güne kahramanın bacağında bir şey kalmaz diziye göre. Dizinin oynadığı kanalın telefonları kilitlenir birkaç saat sonra. Kahramanın kullandığı merhemin ismini sormak için aramıştır herkes. Çünkü neredeyse her dört kişiden birisi diz ya da bacak ağrısı çekmektedir. Oysa dizi senaryo ürünüdür, böyle bir merhem felan yoktur.

Tüm hekimlerin ve hekimlerle alakalı ileri geri konuşanların okuması gereken bir kitap.

Herkesin bildiği bir sözde der ki: "Cehalet mutluluktur." Bu sözü tersinden düşünelim: "Bilmek mutsuzluktur." Biz hekimler birçok şeyin farkındayız. İnsanlarda, bir bütün olarak halkta, millette ve devlette kötü giden şeylerin, sebeplerinin farkındayız. Her şeyi görüp hiçbir şey yapamamanız eziyetini çekiyoruz, Bundan dolayı da üzgünüz. Hasta yakınlarının gerçek dışı isteklerini yapmadığı için hastasının öleceğini bilerek hastayı göndermek zorunda olan hekimin ruh haleti içerisindeyiz. Yine de "suçlu" ilan edileceğimizi bile bile. Bizler cehaleti değil, bilgiyi ve bilmeyi seçtik. Baştan bu seçimi yaptığımıza göre üzülmeyi ve mutsuzluğu göze almışız demektir. Bizlerin ise tek çaresi halkı da eğitmek, halkın genel okur-yazarlık ve sağlık okur-yazarlık düzeyini artırmaktır. Ondan dolayı hekim arkadaşlarımı hastalıklarla mücadelenin yanında cehaletle, eğitimsizlikle mücadeleye davet ediyorum. Çünkü halkın cehaleti bitmediği sürece bizlerin bu sıkıntısı bitmeyecek.

Bazen bu blogda eğitim imkanlarını paylaşarak siz hekim arkadaşlarıma kötülük mü yapıyorum diye düşünmüyor değilim. Sebebi ise yukarıda yazdığım nedenler. Ama sonrasında, hekimlerin eğitimini artırmanın toplumun cehaletini kırmada bir adım olacağı aklıma geliyor ve rahatlıyorum. Umarım ki, uzun vadede ülkemizdeki cehalet sorununu beraberce yenecek ve güzel günlerde bu güzel ülkemizde beraberce sağlıklı, mutlu ve iyilikle yaşayacağız.

Okuyanların ve aydınlananların şerefine.

Not: Bu yazıya "bazı hekimler de şöyle" diye örnek veren ya da bazıları yüzünden tüm hekimlik mesleğini suçlayan kişiler karşı çıkabilirler. Bağımsız bir gözlemci olarak şunu söyleyebilir ki, hekimler ülkemizdeki en çalışkan, en fedakar, en kapasiteli, en özverili, en becerikli meslek grubudur. İçerisindeki kötü örnekler bunu değiştirmez. Değiştireceğini düşünenler önce kendilerine ve kendi meslek gruplarına baksınlar. En tembel, en çıkarcı, en kapasitesiz, en özverisiz, en beceriksiz kişileri orada göreceklerdir. Hekimlere bakmaya gerek kalmayacaktır. Hekimler arasında tabi ki insanlıktan ve hekimlikten nasibini alamamış kişiler vardır. Bu hekimler gökten inmemiş, maalesef bu toplumun içinden çıkmışlardır. Hekimlerin yozlaşması, toplumun yozlaşmasından farklı bir olgu değildir.

19 Ekim 2015 Pazartesi

Aziz Sancar, MD, PhD ve Nobel

2011 yılının sonundan bu yana MD PhD Türkiye adlı bu blogda tıp doktorları için doktora yani PhD imkanları üzerine durmaya çalışıyoruz. Bu blogun amaçlarından birisi de tıp doktorlarına temel bilimler üzerine çalışma yollarını göstermek ve bu yolda çalışmalarını sağlamaktı. Birkaç hafta önce Prof. Dr. Aziz SANCAR'ın Nobel ödülünü kazanması ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu göstermiş oldu. Ondan dolayı Prof. Sancar'la alakalı bir yazı yazmak ve hayatında bazı noktaların üstünü çizmek bir gereklilik oldu.

Prof. Dr. Aziz Sancar

Prof. Sancar, 1946 yılında Mardin'in Savur ilçesinde dünyaya gelir. Babası eğitimli olmasa da eğitime çok değer veren bir insandır. Bunu 1960'lı yıllarda oğlunu üniversite sınavına sokmasından ve İstanbul'a okumaya göndermesinden anlıyoruz.

1963 yılında üniversite sınavına girer ve çok istediği iki bölümden birisi olan tıp fakültesini tercih eder. İstediği diğer bölüm ise Kimyadır. 1963 yılında başladığı İstanbul Tıp Fakültesi'ne başlar. Kimyaya olan ilgisi sayesinde tıp fakültesinde Biyokimya alanına merak sarar. Zamanın biyokimya hocalarının da teşviki ve olumlu etkisiyle daha tıp fakültesi 2. sınıfta iken biyokimya alanında araştırmalar yapmaya ve kendini geliştirmeye başlar. Kendisinin ifadesiyle, İstanbul Tıp Fakültesi Avrupa'nın en iyi tıp fakültelerinden birisidir. Genç yaşta hedefini seçmiş, temel bilimler araştırmacısı olmaya karar vermiş ve bu yolda yürümeye başlamıştır.

Tıbbiyeyi bitirdikten sonra 2 yıl Mardin Savur'da mecburi hizmet yapar. O günleri çok güzel günler olarak hayırla yad eder. Biyokimya alanında "fotoreaktivasyon" konusuna ilgi duyan Sancar, derinlemesine araştırmalar yapmak üzere Dallas'taki Teksas Üniversitesi'nin yolunu tutar. Bu üniversitede "Moleküler Biyoloji" konusunda doktora çalışmalarına başlar.

Doktora sırasında, öncesinden güçlü bir deney tecrübesi olmadığı için kendini deney yapma konusunda geliştirmeye çalışır. Yaptığı deneylerden bir tanesinde ne yaparsa yapsın başarısız olur. Aynı bölümdeki doktora öğrencilerinden birisi "senin deneysel araştırmaya kabiliyetin yok, en iyisi doktorluğa dön" der. Buna rağmen pes etmez ve çalışmaya devam eder. 1977 yılında "fotoliyaz" enziminin işleyişinden sorumlu geni bulduğu başarılı çalışması ile doktorasını alır. Bu enzim üzerinde çalışan 3 araştırma laboratuvarına başvurur ama olumsuz yanıt alır. DNA onarımı çalıştığı Yale Üniversitesi'nde de uygun kadro olmaması nedeniyle "teknisyen" kadrosunu kabul ederek işe ve çalışmaya başlar. Uygun kadro bulunamamasına, mali sıkıntılara rağmen küsmez ve çalışmalarına devam eder. Sonunda Yale Üniversitesi'nden DNA onarımı konusundaki çalışmaları ile Doçentlik tezini tamamlar.

1982 yılından bu yana Kuzey Karolayna Üniversitesi'ne bağlı Chapel Hill Üniversitesi'nde DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve biyolojik saat üzerine çalışmaktadır. Artık bu ana ve büyük dallar arasındaki bağlantılara da odaklanmaktadır ve çalışma odağından şaşmamaktadır. Günde 15 - 16 saat çalıştığı, çok çalıştığı ve izin kullanmadığı için şikayet edildiği söylenir.

Kendi ifadesinde başarısı için “Savur’dayken çok güzel bir ilkokulumuz vardı. Çok iyi, çok fedakâr öğretmenlerimiz vardı. Mardin’deki lisede de aynı şekilde çok iyi öğretmenlerimiz vardı. İstanbul Tıp Fakültesi, Avrupa’nın en iyi üniversitelerinden biriydi. Türkiye’de gerçekten çok iyi bir eğitim gördüm. Bu ödülü, memleketime ve Cumhuriyet devrinin başlattığı eğitime borçluyum.” demektedir. Tabi o zamanın ilkokul ve lise olmak üzere milli eğitimi ve üniversite eğitimi güçlüdür. İdealist olmayı ve idealistleri destekler. Prof. Sancar'ın başarısında bu faktör atlanamaz. Bugün ise milli eğimimiz ve üniversite ortamımız aynı liyakatte değildir. 

Son Söz

Prof. Sancar'ın Nobel Kimya Ödülü'nü alması ve ödülünü ülkesine armağan etmesi bizleri çok sevindirdi. Diğer yandan Prof. Sancar gibi örneklerin ülkemizde çalışma hayatını sürdüren öğretim üyelerinden çıkmaması bizleri üzdü. Umarım ki, gelecekte ülkemizde yapılan bilimsel araştırmalardan da büyük bilimsel ödüller kazanılacaktır. Ayrıca Nobel Kimya Ödülü'nün yanında Nobel Tıp ve Fizyoloji ödülü gibi tıbba özgü ödüllerin de ülkemize gelmesi en büyük dileğimizdir.

Tıp öğrencisi ve tıp doktoru arkadaşlarım. Popüler kültürünün, aile ve toplum baskısının etkisiyle klinik bilimlere yönelen, aslında olması gereken yer temel bilimler olan arkadaşlarımızın yeri klinik değil temel bilimler olmalıdır. Temel bilimlere yönelen arkadaşlarımız hem nitelikli araştırmalar yapacaklar hem de nitelikli tıp öğrencileri yetiştireceklerdir. Yetiştirdikleri tıp öğrencilerine bilim aşkını katacaklar ve tıp fakültesi sıralarından itibaren nitelikli öğrencileri tıpkı Prof. Sancar'da olduğu gibi teşvik edeceklerdir.

Bunun için öncelikle kendimizi ikna etmeliyiz. Prof. Sancar gibi emin adımlarla yürümeliyiz. Daha sonrasında bir şekilde aileye de topluma da açıklanır. Ülkemizin ve tıp fakültelerimizin bilimsel olarak kalkınması siz nitelikli tıp doktorlarının temel bilimlere yönlenmeleri ile mümkündür. Tüm imkansızlıklara rağmen bu yolda yürümeliyiz. Vizyonumuz gelecekte olacağımız yerlerde böyle olmak olmalıdır. Geri kalan  her şey ayrıntıdır.

Soyut olarak yaptığımız konuşmalara somut bir örnek olan Prof. Sancar'a teşekkür ediyorum, kendisini aldığı ödül nedeniyle kutluyorum.

Gelecekte, ülkemizde yapılacak bilimsel araştırmalarla daha nice Nobel ödüllerine.

23 Eylül 2015 Çarşamba

Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı'nın (ÖYP) Bitişi

Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP), 2010 yılından bu yana özellikle yeni açılan üniversitelerin akademisyen ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak işletilen bir programdır. Daha sonraları akademisyen ihtiyacı olan büyük ve köklü üniversiteler de bu programa dahil olmuş, bu şekilde Türkiye'deki neredeyse tüm üniversiteleri kapsayan bir program haline gelmiştir.

Her ne kadar, sadece ALES, dil puanı, mezuniyet puanı gibi salt puanlara göre araştırma görevlisi alınması ve liyakati değerlendirmemesi eleştiri konusu olsa da, ülkemizin şartları düşünüldüğünde mevcut sistemde görece en liyakatli kişilerin alınabildiği, objektif bir program olmuştur. Gönül ister ki, Amerika gibi veya gelişmiş ülkeler gibi liyakatin ön plana çıkarıldığı, objektif bir akademisyen alım sistemimiz olsun. Fakat günümüz Türkiye'sinde ÖYP programından daha makul bir sistem yoktu, olamazdı da. 2010 yılından bu yana objektif bir akademisyen alım sistemi olarak ÖYP başlatılmıştı. Maalesef bu yıl, ne olduğu belirsiz bir "ALAN SINAVI" getirildi. ÖYP programının objektifliği bozuldu.

Geçen günlerde medyada ÖYP'nin kaldırılacağına işaret sayılan YÖK'ün gelecek sene olan 2016 yılıyla alakalı olarak Maliye Bakanlığı'ndan ÖYP programına dair bütçe istememesine dair haberler yansıdı. YÖK istemese de Maliye Bakanlığı ÖYP'ye bütçe ayırabilirdi, lakin ÖYP programının yürütücüsü olan YÖK bütçe istemediyse verilecek bütçe abuk olurdu. Bu haber 2016 yılı itibari ile ÖYP programının sonlandırılacağına önemli bir delildi. Fakat konunun ana muhatabı olan YÖK'ten daha bir ses ya da seda yoktu. Dün itibariyle YÖK bir açıklama yaptı ve gelecek sene itibariyle ÖYP programının olmayacağını ve sonlanacağını sitesinden resmi olarak duyurdu.

Keşke önce delikanlı gibi YÖK duyuru yapsaydı da öyle haberimiz olsaydı. Ayyuka çıkan söylentiler sonucu açıklama yapmak zorunda kalmasaydı. Bu olay bile YÖK tarafından sanki kamuoyunun arkasından iş çevrildiği izlenimi uyandırmaktadır.

Sözün özü, 2015 yılı ÖYP alımlarının yapılacağı son yıl olacaktır. Bundan sonrasında ise kişiler dışarıdan doktora yapabilirler ya da maaşlı olarak tam zamanlı doktora yapmak istiyorlarsa üniversitelerin "cari usül" alımları ile araştırma görevlisi olarak doktora yapabilirler. Muhtemelen Aralık 2015'te son ÖYP ile araştırma görevlisi alımı olacaktır.

Mevcut ÖYP'li Araştırma Görevlilerinin Akıbeti

YÖK, dün yaptığı duyuruda mevcut ÖYP'li araştırma görevlilerinin hak kaybı olmaksızın devam edeceklerini ve bu durumdan etkilenmeyeceklerini duyurdu. Yani bu konuda herhangi bir eklenen sıkıntı yok. Mevcut sıkıntılar ise hala devam etmekte.

Hekimler Olarak ÖYP Karnemiz

ÖYP programı başladığından beri hekimlerin ÖYP programına girişlerini takip eden bir hekim olarak hekimlerimizin ÖYP karnesini olumlu bulmuyorum. Başından beri birçok hekim ÖYP kadrolarına girdi, fakat bu sayı yeterli değil. Hekimlerimizin çoğu ÖYP programına baştan beri "TUS olmazsa" şeklinde baktılar. Maalesef birçok temel bilimler kadrosuna tıp harici kişilerin girmesine izin verdiler. 2016 yılı itibariyle ÖYP bitecek. Popülizmin etkisinde kalarak klinik branşların peşinde koşan, ama aslında temel bilimlerde mutlu olacak meslektaşlarımız artık ÖYP kadrolarına yerleşemeyecekler ve çok pişman olacaklar.

2012 yılındaki ÖYP yazımdan itibaren söylüyorum: ÖYP programı bir gün bitecek, tahminen 2015 civarında, diye. Çünkü bu araştırma görevlisi alımlarının aynı hızda devam etmeyeceği açıktı. Şu zamana kadar yerleşenler fırsatı değerlendirdiler, yerleşmeyenler ise çok pişman olacaklar maalesef ama geri dönüş olmayacak.

Sonuç

İyisiyle kötüsüyle bir dönem daha kapanıyor. Temel bilimlerde araştırma görevlisi olmak isteyenler 2016 yılından itibaren üniversitelerin ilanlarını takip edecekler. Şansları varsa kabul alacaklar.

Ülkemize ve hekimlerimize hayırlı olsun, hayırlısı olsun.

Kaynak:
- YÖK duyurusu (şu anda siteye ulaşılamıyor)
http://www.yok.gov.tr/documents/10279/0/Oyp_kaldirilma_karari_220915.pdf/55dcda8e-9f98-4a25-b9e5-f4ce81b21526
- Akademik personel sitesi (duyuruyu buradan okuyabilirsiniz)
http://www.akademikpersonel.org/anasayfa/yok-oyp-talep-yetersizliginden-sonlandirilmistir.html

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Lisansüstü Eğitim Açısından "Özel Öğrencilik" Statüsü

Lisansüstü eğitim dendiği zaman yüksek lisans ve doktora eğitimleri akla gelmelidir. Lisans bölümünün üzerine kendi geliştirmek isteyenler yüksek lisans ve doktora yaparak lisansüstü dersler almakta ve sürecin sonunda yüksek lisans ve doktora derecesi almaktadır.

Lisansüstü eğitimde "özel öğrencilik" statüsü de bulunmaktadır. Malesef ki, birçok kişi bu imkanı bilmemekte, farkında olmamaktadır. Bu yazının amacı da "özel öğrenci" kavramının ne olduğunu, niçin yapıldığını açıklamak ve siz tıp doktorlarının bu imkanın farkında olmasını sağlamaktır.

"Özel öğrenci" statüsü, bir bölümde yüksek lisans ya da doktora öğrencisi olmadan o bölümün derslerini almaya imkan sağlayan bir statüdür. Her sene belirli zamanlarda (enstitülerin akademik takvimlerinden bakabilirsiniz) açılır. 

"Özel öğrenci" dendiğinde "torpilli öğrenci" olarak algılamayın. Sadece bölümün kayıtlı öğrencisi olmadan bölüm derslerini almaya yarayan bir statüdür.

Özel Öğrenci Olma Sebepleri ve Özel Öğrenciliğin Avantajları

Yüksek lisans ya da doktora öğrencisi olmadan lisansüstü dersleri "özel öğrenci" olarak almanın çeşitli sebepleri olabilir:

- Fizyoloji, biyokimya ya da ilginizi çeken bir bölümdeki dersi almak istiyorsunuz ama bir ders için doktoraya başlamak istemiyorsunuzdur. İşte o dersi "özel öğrenci" olarak alabilirsiniz.

Örnek: Diyelim ki, kardiyologsunuz ya da kardiyoloji asistanısınız. Fizyolojiden "Kardiyak Elektrofizyoloji" dersi hoşunuza gitti. Özel öğrenci olarak başvurup hoca kabul ediyorsa dersi alabilirsiniz. İlla ki, doktoraya başvurup kabul almanıza gerek yok.

- Temel bilimler ilginizi çekiyor ama temel bölümlerinden sadece bir bölüm değil, birçok bölümden ilginizin olduğu dersler var diyelim. Her bölümden ilginiz dahilindeki dersleri alabilir, kendi tarzınızı ortaya koyabilirsiniz.

Örnek: Diyelim ki ürolog ya da üroloji asistanısınız. Kendinizi alanınızın laboratuvar alanında yani temel bilimlerde geliştirmek istiyorsunuz. Diğer yandan üroloji ile bire bir kesişen bir doktora programı yok. Her bölüm ürogenital sistem ile alakalı kendi dersini veriyor. Mesela fizyoloji "ürogenital sistem fizyolojisi", farmakoloji "ürogenital sistem farmakolojisi", anatomi "ürogenital sistem anatomisi" derslerini açıyor. Siz de her bölüme gidip alanınızla alakalı dersleri alıp CV'nize ekleyebilirsiniz. Sonuçta doktora dereceniz olmayabilir ama CV'nizde derslerini ekler, temel bilimler tecrübenizi kanıtlarsınız.

- "Özel öğrencilik" kapsamında alınan dersler "doktoraya" başlandığında doktoraya saydırılabilir. Tabi her üniversitede bir zaman sınırı var. Çoğu üniversite 1,5 - 2 sene içerisinde özel öğrenci olarak alınan dersleri doktoraya başlamanız halinde sayarak transkriptinize ekliyor. Peki neden özel öğrenci olarak ders almışsınızdır? Mesela doktora başvuru dönemini kaçırmışsınızdır, zaman kaybetmemek için özel öğrenci olarak birkaç ders alır, gelecek alım döneminde öğrencilik için başvurabilirsiniz. Aldığınız dersleri de doktoraya saydırırsınız. Ya da doktora alımlarına başvurdunuz, ama kadro sayısı azdır. Kabul alamamış olabilirsiniz. Hocalar böyle bir durumda, sizi de istekli görürlerse, "bu dönem özel öğrenci olarak ders al, gelecek dönem seni doktoraya alalım" diyebilirler ya da siz de böyle bir teklifle gelebilirsiniz. Böylece özel öğrenci olarak ders alır, o dönem hocalara kendinizi gösterir ve sonraki dönem kabul almak için altyapı oluşturursunuz.

Örnek: Fizyoloji doktorasına kabul almak istiyorsunuz. Başvuru dönemini kaçırdınız ya da kadro yetersizliğinden dolayı o dönem kabul alamadınız. "Özel öğrenci" olarak birkaç ders alırsınız, gelecek doktora alımlarını takip eder, hocalarla arayı yapar, kabul alma ihtimalinizi arttırırsınız.

- Temel bilimler alanına ilginiz var ama hangi bölüme başvuracağınız noktasında kararsızsınız diyelim. "Özel öğrenci" olarak ders alıp kendinizi deneyebilir, bölümü sevip sevmediğinize karar verebilirsiniz. Doktora öğrenciliğine başvurmak uzun ve meşakkatli bir süreçtir. Böylece bu meşakkatli sürece başlayıp başlamayacağınıza daha iyi karar vermiş olursunuz.

Örnek: Tıp tarihi ve etik bölümüne karşı bir ilginiz var diyelim. Ama tam olarak karar veremediniz. Bölümün hocaları ile de konuşarak bölümden başlangıç düzeyinde birkaç ders alıp tıp tarihi ve etik bölümünün hocalarını, imkanlarını, derslerin işleniş şekillerini, bölümün olaylara yaklaşımını, ilginizi çekip çekmediğini anlarsınız. Böylece gelecek dönem doktoraya başvurup başvurmayacağınıza ayağınız yere basarak karar verirsiniz. Böylece hata yapma ve pişman olma ihtimaliniz çok azalır.

- Bir bölüme doktora öğrencisi olduğunuzda genelde o bölüm ve üniversiteden ders almak durumundasınızdır. Diğer yandan "özel öğrenci" olarak her üniversiteden ve her bölümden ders alabilir, kendi mozaiğinizi oluşturabilirsiniz.

Örnek: İstanbul'da yaşıyorsunuz ve "ileri nörolojik bilimler" ile çok ilgilisiniz. Özel öğrenci olarak İstanbul Ünivertesi, Marmara Üniversitesi, hatta Boğaziçi, İTÜ gibi birçok üniversiteden çok geniş kapsamda ders alabilirsiniz. Tabiri caizse her çiçekten bal alabilirsiniz. Aslında doktora öğrencisi olarak da bunları yapabilirsiniz ama yaptığınız doktora zamanınızın çoğunu alacağı için bunlar fırsat bırakmayabilir.

- "Özel öğrenci" kapsamında alınan dersler her üniversitenin belirlediği bir süre içerisinde doktoraya başlanması halinde doktoraya saydırılabilir. Bu süre üniversiteden üniversiteye göre 1 ile 3 yıl arasında değişebilmektedir. Daha uzun da olabilir. Bu süreyi muhatap olduğunuz öğrenci işlerinden öğrenebilirsiniz.

- Her üniversitenin doktoraya kabul için ALES ve yabancı dil kuralı vardır. Oysa özel öğrenci olarak doktora derslerini almak için ALES ya da yabancı dil puanınızın olmasına gerek yoktur. Eğer bu puanlardan ötürü doktoraya kabul alamıyorsanız, en azından özel öğrenci olarak ders alabilirsiniz. Belki de özel öğrenci olarak ders aldığınız sürede bu sınavları verip doktoraya kabul alıp, derslerinizi saydırabilirsiniz.

Özel Öğrenci Olmanın Dezavantajları

Her şeyin avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Özel öğrenci olmanın da bazı dezavantajları var:

- Özel öğrenci olarak ders alındığında her ders için alınan kredi başına para ödenmektedir. Son düzenlemelerden sonra doktora öğrenciliğinin harcı kaldırılmıştı. Yani doktora yapmak ücretsizdir. Fakar özel öğrencilik için kredi başına para ödenir. Tabi bunun bazı istisnaları vardır: Eğer ders alacağınız üniversitenin öğretim üyesi ya da asistanı, yani personeli iseniz her üniversitenin belli bir sınıra kadar bedava olarak özel öğrencilik kapsamında ders alabilirsiniz.

Örnek: Diyelim ki, bir üniversite hastanesinde nöroloji bölümünde asistansınız. Kendinizi "Nörofizyoloji" alanında geliştirmek istiyor, bu kapsamda da fizyolojiden ders almak istiyorsunuz. Fizyoloji bölümüne giderek ücretsiz olarak (tabi üniversite kuralları ne kadarına izin veriyorsa) ilgilendiğiniz dersleri alabilirsiniz.

- Yüksek lisans ya da doktora yaptığınızda elinizde bir belge, sertifika olur. Diğer yandan "özel öğrenci" olarak aldığınız dersleri sadece CV'nize ekleyebilirsiniz. "Özel öğrenci" olarak yüzlerce ders dahi alsanız doktora mezunu olarak PhD olamazsınız. Doktora mezunu yani PhD olabilmek için kayıtlı doktora öğrencisi olmanız, zorunlu dersleri alıp kredinizi doldurmanız ve doktora tezi yazmanız gerekmektedir.

 

- Doktora öğrencisi olmak askerliği ertelemektedir. Diğer yandan "özel öğrenci" olarak aldığınız dersler askerliğinizi ertelemeyecektir. Askerlik ertelenmesi için doktora öğrencisi olmanız gerekmektedir.

Sonuç

Lisansüstü eğitim açısından "özel öğrenci" imkanının bilinmesi gerekmektedir. Avantajlarını ve dezavantajlarını göz önüne alarak bu imkandan faydalanılabilir.

Herkese verimli bir akademik hayat dileğiyle...

9 Temmuz 2015 Perşembe

MD PhD Amerika

Uzun yıllardır, yaklaşık olarak 4 yıldır, bu blogda ülkemizde tıp doktorları için temel bilimler ve doktora programlarını, ve konuyla ilgili başka hususları yazmaya çalışıyoruz.

Zaman içerisinde gerek sizlerden gelen talepler, gerek Amerika'da doktora imkanlarının olması ve cazipliği bizi Amerika'da tıpta doktora imkanlarını incelemeye ve sizleri bilgilendirme ihtiyacına itti.

Bu amaçla MD PhD Amerika blogunu kurduk. Bloga bu sayfadan ulaşabilirsiniz:
http://mdphdamerika.blogspot.com.tr/

Amacımız zaman içerisinde MD PhD Türkiye'de olduğu gibi, Amerika'da tıp doktorları için PhD imkanlarını inceleyerek, konu ile alakalı noktaları etraflıca incelemek olacaktır. Gelecek günlerde blogda paylaşıma başlayacağız.

Umarım tıp doktorlarımızın yurt dışında PhD yapmalarına imkan sağlayacak ve uzun vadede ülkemizin temel bilimlerdeki akademik ve bilimsel kapasitesini geliştirmeye yardımcı olacaktır. Umarız ki, artık insanlarımız kabuğunu kıracak ve evrensel olma yolunda adımlar atacaklardır.

Şimdiden hayırlı olmasını diliyorum.

Umarız, zaman içerisinde güzel adımların arkası kesilmez.

İyi günler.

30 Haziran 2015 Salı

Temel Tıp Bilimleri İçin Alan Sınavı

YÖK'ün yaptığı bir yönetmelik değişikliği ile ÖYP alımlarından önce alan sınavı yapılması kararı birkaç ay önce yürürlüğe girdi. Merak edilen konu ise alan sınavının hangi bölüm mezunlarına, ne zaman ve kim tarafından yapılacağı idi. Ayrıntılar YÖK'ün duyurusu ile belli oldu.

ÖYP'nin önümüzdeki dönem alımları için alan sınavı sadece tıpta Temel Tıp Bilimleri ve ilahiyat bölümünde Temel İslam Bilimleri alanında başvuracak adaylar için yapılacak. Alan sınavına girmek için başvuru yapılması gereken son tarih 1 Temmuz saat 18.00. Başvurularınızı  https://yoksis.yok.gov.tr/OYPUYG  adresinden yapabilirsiniz.

YÖK alan sınavının özelliklerine ilişkin bazı bilgiler yayınladı. Buna göre alan sınavı yönetmelikte
"yürütme kurulunca belirlenen alanlarda yapılan, adayların ilgili bilim alanında bilgi, yetkinlik ve ifade gücünü ölçen, sonucu açıklandığı tarihten itibaren iki yıl geçerli olan ve aynı alanda öyp araştırma görevlisi kadrolarına başvurularda kullanılacak yazılı ve/veya sözlü sınavı ifade eder.” hükmü bulunmaktadır. Söz konusu hüküm uyarınca, alan sınavının Temel Tıp Bilimleri Bölümü ile Temel İslam Bilimleri bölümlerinde yapılması kararlaştırılmıştır. Temel Tıp Bilimleri için 120, Temel İslam Bilimleri için 120 adet kadro belirlenmiştir.

Diğer alanlara ilişkin yapılacak alan sınav tarihleri daha sonra duyurulacaktır.

Alan sınavı başvuru şartları

Alan sınavına başvuran adaylar arasından, ÖYP puanı en yüksek puandan başlanarak ilan edilen
kadro sayısının dört katına kadar aday çağırılacak olup; son sıradaki aday ile eşit puanı olan
diğer adaylarda sınava kabul edilecektir.

Adayların alan sınavına başvurusu için hesaplanacak olan ÖYP puanının hesaplamasında lisans
not ortalamasının %35’i, Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES)
puanının %50’si ve varsa yabancı dil sınavının %15’i dikkate alınır.

Başvuru yapılabilmesi için adayların, 31.07.2008 tarihli Resmi gazetede yayımlanan "Öğretim
Üyesi Dışındaki Öğretim Elemanı Kadrolarına Naklen veya Açıktan Yapılacak Atamalarda
Uygulanacak Merkezi sınav İle Giriş Sınavlarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında
Yönetmelik"te belirtilen şartları sağlıyor olması gerekmektedir.

Temel Tıp Bilimleri alanından sınava girecek olan adayların;

- Anatomi ve Fizyoloji Anabilim Dalları için Tıp Fakültesi mezunu (Tıp Doktoru)
olmaları,
- Diğer anabilim dalları için ise Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Eczacılık
Fakültesi, Veteriner Fakültesi, Kimya Bölümü, Biyokimya Bölümü, Biyoloji Bölümü
veya Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü lisans mezunu olmaları gerekmektedir

Başvuru sonuçları

Başvuru sonuçları 02/07/2015 tarihinde sadece www.yok.gov.tr adresinden ilan edilecek olup
ayrıca adaylara posta yoluyla tebliğ edilmeyecektir. 

Sınav Şekli Tarihi ve Yeri

Alan sınavı önce klasik usulde yazılı, ardından sözlü olmak üzere iki aşamalı olarak Ankara’da
yapılacaktır.

Alan sınavının yazılı bölümü 07/07/2015 tarihinde Ankara Üniversitesinde, Temel Tıp
Bilimleri alanı için sabah saat 10:00’da ve Temel İslam Bilimleri alanı için öğleden sonra saat
14:00’da gerçekleştirilecektir.

Yazılı sınav, ilgili bilim alanına ilişkin temel konuları içerecektir.

Alan sınavının sözlü bölümü 8-9-10/07/2015 tarihlerinde yine Ankara Üniversitesinde
yapılacaktır.

Değerlendirme

Alan sınavı puanı, adayın yazılı sınav puanının %50’si ile adayın sözlü sınav puanının %50’si
dikkate alınarak hesaplanacaktır. 

Diğer hususlar

Alan sınavı puanı adaylar için puanların ilan edilmesi tarihinden itibaren iki (2) yıl geçerli
olacaktır.

Adaylar hem yazılı he sözlü sınava girerken nüfus cüzdanı ve sınav giriş belgesini ibraz etme
zorundadırlar.

Adaylar yazılı sınav için yanlarında kalem ve silgi bulundurmalıdırlar.

Sınav binalarına cep telefonu ile girmek yasaktır.

Sonuç

ÖYP için sürekli söylenen, dedikoduları dolaşan alan sınavı, halk arasındaki adı ile mülakat sonunda geldi. Eskiden kişisel faktörlere yani mülakata gerek kalmadan bileğimizin hakkı ile, ALES puanlarımızla, diploma notumuzla ve dil puanımızla ÖYP kadrolarına girerken artık bundan sonrasında mertlik bozulabilir. İlk uygulama sonrası işlerin nasıl işlediğini göreceğiz.

ÖYP'ye, akademiye, temel bilimlere gönül vermiş hekim arkadaşlarıma kolaylıklar diliyorum. Moral bozmaya gerek yok. Biz tıp fakültesinde onlarca sözlüye girdik. Alan sınavına da girer elimizden geldiğince iyi bir not almaya bakarız.

Herkese süreçte başarılar dilerim.

Duyuru ve belgelere ulaşmak için:
http://www.yok.gov.tr/web/guest/duyurular
http://www.yok.gov.tr/documents/10279/16066069/alan_sinav_duyurusu.pdf/430b4146-a177-4228-b94d-05691def85c7
http://www.yok.gov.tr/documents/10279/16066069/genel_sartlar.pdf/15691480-a65d-4fc3-a8d1-baf97ab7fd71

24 Haziran 2015 Çarşamba

Doktoraya ya da ÖYP'ye Kabul Alanlar İçin Gereken Belgeler / Biraz da Bürokrasi

Bürokrasiyle, evrak işleriyle uğraşmayı hiç sevmem. Ama Türkiye şartlarında maalesef ki herkesin bu tarz işlerle uğraşması gerekiyor. Herkes biraz da olsa noter katibi oluyor.

Doktoralara ya da ÖYP programına kabul aldığınızda bazı belgeler teslim etmeniz gerekiyor. Bazıları 1 günde halledebileceğiniz, alabileceğiniz belgeler olsa da, bir kısmı ise belli bir süreç sonucunda alınan belgeler oluyor. Bundan dolayı bu yazıya gerek duyulabilir.

Bu noktada doktora ve ÖYP arasındaki belge farklılıklarının nedenine de değinebiliriz. Doktoraya kabul alan arkadaşlar öğrenci olarak başlayacakları için gerekli belgeler biraz daha az. Ama ÖYP kapsamında başlayacak arkadaşlar üniversiteye personel olarak başlayacakları için onlardan daha fazla belge isteniyor.

Burada genel olarak istenen belgelere ve önemli noktalarına değineceğim. Şunu bilmekte fayda var ki, her üniversitenin ve bölümün istediği belgeler farklılık arz edebilir. Ondan dolayı üniversitelerin isteklerini ve şartlarını dikkatlice gözden geçirip ona göre belgelerinizi hazırlayın.

Beraberce gerekli belgeleri ve nasıl alınacağınız inceleyelim.

Doktoraya Kabul Alanlar İçin Gerekli Başlıca Belgeler

Bazı üniversiteler doktora programlarına başvuru aşamasında, bazıları da kabul aldıktan sonra belgeleri istemektedir. Süreç iyi takip edilip yönetilmelidir.

Doktora kayıtlarında istenen başlıca belgeler şunlardır:

- Çok sayıda resim (Allah'ın emri zaten)
- Nüfus cüzdanı fotokopisi
- Tıp fakültesi mezuniyetinizle alakalı diploma fotokopisi ya da geçici mezuniyet belgesi
- Tıp fakültesi not transkriptiniz
- Askerlik tecil belgesi (erkek adaylar için tabi ki)
- ALES belgesi
- Yabancı dil belgesi (ÜDS, KPDS, YDS ya da yurtdışı TOEFL gibi notlar)
- İkametgah belgesi
- Üniversitenin istediği diğer form, dilekçe ve belgeler (genelde genel bilgiler, öğrenci kartı için dilekçe, vs, ...)

Doktora başvuruları gibi süreçlerle uğraşacak arkadaşlar için her belgeden ve evraktan elinde çok sayıda bulundurması önemlidir.

Zaten bu yola düşmüş arkadaşların bol miktarda fotoğraf ve nüfus cüzdanı fotokopisi bulundurması elzemdir.

Yukarıda sayılan belgeler arasında bir günde halledilecek belgeler de vardır, belirli bir süreç alan belgeler de. Bu noktada dikkatli olmak gerektir.

Örneğin, resim, nüfus cüzdanı fotokopisi, ALES ve yabancı dil puanlarının çıktılarının alınması, ikametgah belgesi, askerlik tecil belgesi bir günde halledilebilir. Tabi gerekli altyapı varsa.

ALES ve yabancı dil belgesini ÖSYM sonuç sisteminden çıkartmak veya fotokopilerini çektirmek birkaç dakikanızı alır. Tabi bu puanlar halihazırda elinizde varsa. Yani doktora başvuru döneminden önce ALES notumuzu ve yabancı dil puanımızı halletmemiz gerekmektedir.

Diğer bir zorlayan konu ise erkek adaylar için askerlik tecilidir. Eğer fakülteden yeni mezun oldu iseniz askerliğinizi tecil etmeniz gerekmektedir. Askerlik tecil belgeniz olmadan doktora programına kayıt olamaz ve başlayamazsınız. Askerliğini tecil etmek isteyenler ya da askerlik tecil belgesi almak isteyenlerin karşısında büyük bir bela vardır: Askerlik Şubeleri. Size tavsiyem bu konuyu hemen halledin çünkü askerlik şubelerinde ciddi sıkıntılar ve sorunlar olabiliyor. Mesela, işinizin olduğu tarih askerlik celp dönemlerine rastladıysa vay halinize. Şubede acayip bir curcuna olur. İşinizi halletmeniz günler alabilir. Ya da bürokratik işlere takıntılı / obsesif bir albaydır şube başkanı. Belgelerinizdeki bir kırışıklığa, mühür eksikliğine takabilir. Özet olarak, askerlik şubelerinden hep bir sıkıntı çıkacak şekilde düşünerek dikkatlice işinizi halledin. Askerlik tecil belgesini de mümkün mertebe 3 - 5 tane alın ki, bir daha buraya işiniz düşmesin.

Gereken belgeler arasında genel olarak bir süreç isteyen belgeler Tıp fakültesi mezuniyetinizle alakalı diploma fotokopisi ya da geçici mezuniyet belgesi ve tıp fakültesi not transkriptinizdir. Bazı tıp faküklteleri siz mezun olurken geçici mezuniyet belgesi vermekte, bazıları vermemektedir. Geçici mezuniyet belgesi alırsanız bu belge ile doktora kaydı yaptırabilirsiniz. Gerçi bizim zamanımızda mecburi hizmet bitirilmeden diploma verilmediği için işimizi geçici mezuniyet belgesi ile halletmek durumunda idik. Şu an ise mezun olanlar diplomalarını alıyor. O açıdan sıkıntı olmayabilir. Diplomanızı aldığınızda ise en az 5 tane onaylı fotokopisini almanız önemli. Çünkü işlerinizi onaylı fotokopileri ile halledeceksiniz.

Diğer önemli bir süreç alan belge ise transkript belgemizdir. Tıp fakültesinden mezun olurken rutin transkript verme işlemi yoktur. Yüksek lisans ve doktora işine bulaşacak arkadaşların bu belgeyi temin etmesi gerekir. Sizler de tıp fakültesi öğrenci işleri ile uğraşmanın nasıl bir eziyet ve acı olduğunu biliyor, yaşıyor ve hatırlıyorsunuz. Transkript almak için yapmanız gereken öncelikle başvuru yapmanız, sonra almanızdır. Mümkünse 5 tane alırsanız bir daha uğraşmamız, eziyet çekmemiş olursunuz. Transkript talep ederken öğrenci işleri ile konuşmanız önemli. Bazıları yazılı başvuru istiyor, bazıları online başvuru ile hallediyor. Bazı yerler direkt sizi gelip almanızı istiyor, bazı yerler sizin yerinize gelen birine teslim edebiliyor. Siz mecburi hizmette, çok farklı bir yerde çalışırken üniversitenizden belgeleri almanız açısından bu noktalar önemli. Ondan dolayı süreci öğrenci işleri ile konuşarak ve görüşerek ya da bir tanıdığınıza süreci takip ettirerek halledebilirsiniz. Eğer doktora ya da yüksek lisans başvurusu yapacaksanız aylar önceden "nasıl transkript işini halledeceğim?" derdine düşmenizde fayda var. Çünkü ancak hallolur.

ÖYP Kapsamında Başlayacaklar İçin Gerekli Başlıca Belgeler

ÖYP kapsamında bir üniversiteye başlarken hem üniversitenin personeli olarak başlayacak hem de doktora yapacaksınız. O açıdan ÖYP'ye başlayacaklar için bir çifte yük (double burden) söz konusudur. Hem akademik personel olmak için gereken farklı belgeler hem de doktoraya başlama açısından gerekecek yukarıda bahsedilen belgeler gereklilik arz etmektedir. Doktora için gereken başlıca belgelere yukarıda değinildiği için burada onlardan geriye kalan, özellikle personel alımı için gerekli diğer belgelere göz atacağız.

ÖYP ile başlayacaklar için başlıca gereken belgeler:

- Yerleştirme sırasında beyan edilen ALES belgesinin çıktısı
- Yerleştirme sırasında beyan edilen yabancı dil belgesinin çıktısı ya da fotokopisi (ÜDS, KPDS, YDS için çıktı, TOEFL gibi sonuçlar için fotokopi)
- Çok miktarda fotoğraf ve nüfus cüzdanı fotokopisi
- Diploma fotokopisi ya da geçici mezuniyet belgesi
- Lisans mezuniyetine ilişkin transkript
- İkametgah
- Adli sicil belgesi (yani sabıka kaydı)
- Erkekler için askerlik durum belgesi (askerlik tecil belgesi)
- Önceden kamu görevlisi olarak çalışmış olanlar için hizmet belgesi
- "Araştırma görevlisi" olarak çalışmasına engel bir durum olmadığına dair tam teşekküllü bir hasteneden alınmış sağlık raporu
- Üniversitenin isteyeceği diğer form, dilekçe ve belgeler (genelde genel bilgiler, personel kartı için dilekçe, vs, ...)

Aslında birçok belgeye yukarıda doktora başvuruları için gerektiğinden dolayı aşinayız. Burada aşina olmadığımız belgeler ise önceden kamu görevlisi olarak çalışmış olanlar için hizmet belgesi ve "Araştırma görevlisi" olarak çalışmasına engel bir durum olmadığına dair tam teşekküllü bir hasteneden alınmış sağlık raporudur.

Önceden kamu görevlisi olarak çalışmış olanlar için "hizmet belgesi" daha önceden çalıştığınız kamu kurumundan alacağınız bir belgedir. Daha önce çalıştığınız kamu hizmetinin özlük haklarını (kıdem, yıllık izin,...) üniversitede devam ettirmeniz açısından önemlidir. Daha önce kamu kurumunda çalıştıysanız muhakkak almanız ve teslim etmeniz gerekir. "Ben kıdem istemiyorum, vermeyeceğim" gibi bir şey deme hakkınız yok. Üniversite bu belgeyi kurumdan resmi yazı ile isteyebilir, fakat süreç aylar alabildiği için bu belgeyi elden takip etmeniz lehinize olur. ÖYP ile yerleşir yerleşmez bu belgeyi takip etmeye başlamanızda yarar vardır.

Diğer önemli bir belge ise "Araştırma görevlisi" olarak çalışmasına engel bir durum olmadığına dair tam teşekküllü bir hasteneden alınmış sağlık raporudur. "Araştırma görevlisi olmaya ne gibi bir tıbbi engel olabilir ki?" diye düşünmeyin, burası Türkiye, halletmeye bakın. Bırakın bu soruların cevabını dolaşacağınız doktorlar düşünsün. Bu belge açısından önemli olan tam teşekküllü bir hasteneden alınmasıdır. Bunun anlamı sizi değerlendirecek bütün dalların olduğu kapsamlı bir hastane olmasıdır. Bu belgeyi mümkün oldukça devlet hastanelerinden ya da eğitim araştırma / üniversite hastanesinden almaya çalışın. Mümkünse sahin, hasta yoğunluğu çok olmayan bir yer olsun ki, bir ya da birkaç gün içerisinde raporunuzu alabilin.

Araştırma görevlisi olabilmek için hangi dallar ve uzman doktorlar bana olur vermeli diye düşünmeyin. Bunun bir standardı yok. Devlet hastanesine bu rapor için başvurduğunuzda hekim dahi olmayan birisi size 5 - 6 tane dal yazacak ve bu dalları dolaşmak zorunda kalacaksınız. Kaderinize şimdiden razı olun. Görevlinin rapora yazdığı dalları dolaşırken hekim olduğunuzdan dolayı hekim meslektaşlarımızdan yana pek sorun yaşamazsınız. Yaşayacağınız en büyük sorun "hayırlı olsun" diyen hekim meslektaşınıza ÖYP'nin ne olduğunu açıklamak olacaktır. Çünkü eski jenerasyon ÖYP'yi bilmez, hatta tıpta doktora yapıldığını bile duymamıştır. Şanslı iseniz raporda yazan 5 -6 dalı dolaşmanız bir günde biter. Daha sonrasında aldığınız evrakları hastanedeki rapor birimine teslim ediyorsunuz. Daha sonrasında bir kurul toplanıyor ve size "araştırma görevlisi" olabilir misiniz olamaz mısınız kararını başlıyor. Siz belgelerinizi teslim ettikten sonra kurulun ne zaman toplanacağını ve kaç gün sonra raporu almanız için gelmeniz gerektiğini söylüyorlar, o gün gelip alıyorsunuz. Yani birkaç gün alabilen bir işlem bu sağlık raporu. Bir de pahalıdır, onu da hatırlatayım. Gideceğiniz dal başına ücret ödemek durumundasınız. Bu da raporu almak için hastaneye yaklaşık olarak 200 - 500 lira ödeyecksiniz demek oluyor.

Diğer bir ayrıntı olan husus var. O da şudur ki: Lisede hazırlık okuyanlara memuriyette 1 sene daha fazla kıdem veriliyor. Eğer lisede hazırlık okudu iseniz ve daha önce bu işlemi yapmadıysanız üniversiteye başlarken ya da başladıktan sonra okuduğunuz liseden alacağınız "hazırlık okuduğunuza dair yazı"yı belgeleri teslim ettiğiniz yere verebilir ve 1 memuriyet kademesi kazabilirsiniz. Dediğim gibi ayrıntılı bir nokta ve birçok üniversitede başladıktan sonra da halledilebiliyor.

Sonuç

Sonucu şu: Türkiye'de bürokrasi. Yakın ya da uzak bir gelecekte sorun yaşamak istemiyorsanız belge işlerinizi büyük bir titizlikle halledin. Öğrenci işleri ya da personel daire, hangisi ile muhatapsanız iyice sorun ve belge / bürokratik işleri ona göre halledin.

Doktoraya ya da ÖYP programına başvururken ALES, dil puanı ve mezuniyet notunuzu noktası ve virgülüne tam belirtin. Çünkü en küçük bir hata bile sahteciliğe girer ve doktora ya da ÖYP hayatınızın başlamadan bitmesine neden olur. Dikkatli olun.

Başta söylediğimi bir kez daha hatırlatayım: Burada gerekli belgeleri ana taslağıyla anlattım. Sizin durumunuz için gerekli olan belgeler muhatap olduğunuz öğrenci işleri ya da personel daire başkanlığıdır. Ondan dolayı buralarla iyi bir iletişimde olmanız ve koordineli hareket etmeniz gerekmektedir. Burada yazılarla sadece genel bilgidir.

Herkese bürokratik işlemlerinde kolaylıklar dilerim. Bürokratik işlerin akademik işleri etkilemediği / gölgelemediği bir ortamınız olması dileğiyle...

7 Haziran 2015 Pazar

Sağlık Bilimleri Enstitüsü (SBE)

Birbiriyle ilgili bilim dallarından oluşan ve lisansüstü düzeyde eğitim - öğretim veren (yani yüksek lisans ve doktoralar) kurumlara enstitü denir. Sağlık Bilimleri Enstitüsü (SBE) sağlık bilimleri ile alakalı yüksek lisans ve doktoraların verildiği kurumdur.

Bu yazıyı yazmamın sebebi birçok tıp doktorunun "Sağlık Bilimleri Enstitüsü"nün ne olduğunu bilmemesi ve işlevinden haberdar olmamasıdır. Bırakın bunları birçoğumuz adını bile duymamıştır. Diğer yandan tıpta doktora ve yüksek lisans yapmak istiyorsak takip edeceğimiz yerler Sağlık Bilimleri enstitüleridir. Bundan dolayı bu yazıya ihtiyaç doğdu.

Sağlıkla alakalı tüm bölümler: Tıp, dişçilik, veterinerlik, eczacılık, FTR, diyetisyenlik,..., açacakları yüksek lisans ve doktoraları üniversitelerinin Sağlık Bilimleri Enstitüleri üzerinden açarlar. Dolayısıyla doktora ve yüksek lisans kadroları üniversitelerin Sağlık Bilimleri Enstitüsü sayfalarında yayınlanır. Ayrıca enstitü sayfalarında yüksek lisans ve doktoralara kabul şartları, ALES ve YDS gereklilikleri gibi şartlara da ulaşılmaktadır.

Örnek olarak İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü sayfasını verelim.
http://saglikbilimleri.istanbul.edu.tr/


İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü girişi, Cerrahpaşa Kampüsü içi


Sağlık Bilimleri Enstitülerini Sağlık Bilimleri Fakülteleri ile karıştırmamak lazımdır. Sağlık Bilimleri Enstitüleri sağlık alanında tüm yüksek lisans ve doktoraların verildiği yerdir, Sağlık Bilimleri Fakülteleri ise içerisinde sağlıkla alakalı bazı bölümleri (örn. FTR, odyoloji, ergoterapi,...) gibi bölümlerin bulunduğu ve bu bölümlere dair lisans eğitimlerinin verildiği tıp fakültesi benzeri bir fakültedir. Yani konumuz yüksek lisans ve doktoralarsa Sağlık Bilimleri Enstitüsü'ne bakmalıyız.

Sağlık Bilimleri Enstitülerinde Tıp Doktorları İçin Doktora İmkanları

Tıpta doktora imkanlarına dönelim. Tıp fakültesi altındaki anabilim dalları yüksek lisans ve doktoraları Sağlık Bilimleri Enstitüsü altında açmaktadırlar. Yani SBE'ler aktif eğitimi vermemekte, sadece öğrenci işleri, öğrenci alımları gibi idari işleri yürütmektedirler.

Örnek bir enstitü logosu


Bir örnek verelim. Diyelim ki Fizyoloji bölümüne gönül verdiniz ve bu alanda doktora yapmak istiyorsunuz. İstanbul Üniversitesi'nde Çapa'da ya da Cerrahpaşa'da Fizyoloji alanında doktora yapmayı düşünüyorsunuz. Doktora eğitimini veren yerler aslında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı ya da İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Fizyoloji Anabilim Dalı'dır. Lakin bu anabilim dalları yüksek lisans ve doktora alımlarını ve ilanlarını İstanbul Üniversitesi'nin Sağlık Bilimleri Enstitüsü üzerinden yapmaktadırlar. Başvurunuzu İÜ SBE'ye yaparsınız, buraya belgeleri teslim edersiniz, sonra SBE alınan kabul edilen öğrencileri duyurur.

Her üniversitenin ve her Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nün öğrenci alım tarihleri farklıdır. Ayrıca her sene farklı tarihlerde yapılabilir. Bundan dolayı aktif olarak yüksek lisans ve doktora programlarına başvurmak isteyenler başvurmak istedikleri SBE'nin sayfasını ve duyurularını her gün takip etmelidirler.

Özelleşmiş Enstitüler

Genel olarak üniversitedeki imkanlara göre üniversitelerde yüksek lisans ve doktoraları veren 3 tane enstitü vardır: Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Bu üç enstitü ana enstitülerdir.

Bunların yanında bazı üniversitelerde alt alanlarda özelleşmiş bazı enstitüler olabilir. Örneğin İstanbul Üniversitesi'nde "Tıp Tarihi Enstitüsü", Hacettepe Üniversitesi'nde "Kanser Enstitüsü", veya bazı üniversitelerde "Kök Hücre Enstitüsü" gibi kurumlar vardır. Bu enstitülerin amacı özelleştikleri alanda araştırmalar yürütmek ve yüksel lisans - doktora düzeyinde öğrenci yetiştirmektir.

O zaman özelleşmiş enstitülerin olduğu yerde yüksek lisans ve doktoraları verme açısından Sağlık Bilimleri Enstitüsü'ne gerek kalmamakta, özelleşmiş enstitüler kendi öğrencileri almaktadırlar. O zaman İstanbul Üniversitesi'nde tıp tarihi ve etik doktorası yapmak istiyorsanız ya da Hacettepe'de kanserle alakalı doktoraları araştırmak istiyorsanız bakacağınız yerler İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstiüsü ve Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü'dür. Böyle bir olmadığı takdirde Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nü takip etmeniz gerekmektedir.

Sonuç

Sağlıkla alakalı bölümlerde başvurmak istediğiniz yüksek lisans ve doktoraları, kadro ilanlarını, başvuru şartlarını takip etmeniz gereken yer üniversitelerin Sağlık Bilimleri Enstitüleridir. Bazı istisnai durumlarda istediğiniz bölümlerin özelleşmiş enstitüleri varsa, o enstitüleri takip etmeniz gerekir. Merak ettiğiniz konuları bu enstitüleri arayarak veya binalarına giderek öğrenebilirsiniz.

Genelde Sağlık Bilimleri Enstitüleri lisans öğrencilerinin ya da ilgisi olmayanların bilmedikleri yerlerdir. Lakin, mezuniyet sonrası doktora yapmayı düşünenlerin bilmesi ve takip etmesi gereken yerlerdir.

Herkese kariyerinde ve çalışmalarında başarılar dilerim.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Oktay Sinanoğlu (1935 - 2015)

Oktay Sinanoğlu Türk milletinin yetiştirdiği en büyük bilim ve düşünce insanlarından bir tanesidir. Yaptığı
bilimsel çalışmalar dünyaca kabul gören ve bilimde çığır açan çalışmalardır. Diğer yandan sadece bilim insanı kimliği ile değil, aynı zamanda düşünce insanı kimliği ile ülkemiz ve insanımızın sorunlarına kafa yormuştur. Bilim insanı kimliği ile bir köşeye çekilip, insanımızın ve ülkemizin sorunlarından bihaber kalmamıştır, ki istese kalabilirdi.

Yale, Harvard, University of California Berkeley, MIT gibi dünyanın en önde gelen ülkelerinde eğitimini almış ve öğretim üyesi olarak çalışmıştı. Diğer yandan ülkemize olan vefa borcunu ödemek adına Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi gibi en saygın üniversitelerimizin kuruluşunda görev aldı. TÜBA ve TÜBİTAK gibi bilimsel kuruluşlarımızın kurulmasına öncülük etti. Ömrünün son yıllarında ise Yıldız Teknik Üniversitesi'ne, dolayısıyla ülkesine dönerek hizmetlerine devam etti.

Bu tüm yaşamı boyunca Türkiye'nin ve milletimizin bilimsel olarak gelişmesine katkıda bulundu. Kendi ayakları üzerinde duran, kendi yolunu ve idealini çizen bir ülke hayali kurdu hep. Dolayısıyla bunları istemeyen bir zümre tarafından hep yolu kesilmeye çalışıldı. Tüm engellemelere rağmen yoluna devam etti. Her zaman Türk dilini savundu ve korumaya çalıştı. Birçok terime Türkçe karşılık verdi.

Sürekli mücadele verdi, sürekli mücadelenin peşinde oldu. Birçok defa medyada boy göstermesine rağmen, ülkemizin maddi ve bilimsel bağımsızlığı, Türk dilinin önemi, ülkemizin kendi yolunda yürümesi ile alakalı, halk arasındaki tabirle, etliye sütlüye dokunan icraatleri medyada yer bulmadı, belki de bilerek sansürlendi, kitlelere gitmesi engellendi.

Hayatı boyunca birçok kitap ve makale yazdı. Hakkında da bazı kitaplar yazıldı. Bunlardan en önemlisi kendi hayatının işlendiği ropörtaj tarzı bir kitap olan "Türk Aynştaynı Oktay Sinanoğlu" adlı kitap. Hayat hikayesini, serüvenini anlattığı bu kitap genç bilim adamları ve ülkesi için çalışmak isteyen herkesin okuması gereken bir kitap. Birçok yayınevinden birçok baskısı yapıldıysa da güncel olarak piyasada olan kitaba buradan ulaşabilirsiniz:
http://www.kitapyurdu.com/kitap/turk-aynstayni-prof-dr-oktay-sinanoglu/366586.html&filter_name=oktay%20sinanoğlu


Kitabında ülkemiz, ideallerimiz, dilimiz ve insanımız üzerinde oynanan oyunlar çok güzel anlatılmış durumda. Bu oyunları bu kadar kolay şekilde ancak böyle bir beyin çözebilirdi. Herkese bu kitabı okumasını tavsiye ederim. Sinanoğlu'nun diğer kitapları ise duruma göre okunabilir.

Ve Oktay Sinanoğlu 19 Nisan 2015 günü sessiz sedasız hayatını kaybetti. Gereksiz ülke gündemi nedeniyle doğru düzgün manşetlere, haberlere bile çıkmadı. Geride onlarca çalışma ve yayın projesi ile, makale ve kitap projesi bıraktı. Her zamanki gibi dolu dizgin çalışmaktaydı.

Hayatını anlattığı "Türk Aynştaynı Oktay Sinanoğlu" adlı kitabı okudum ve yeni kapattım. Kitabı almıştım, okumayı planlarken hayatını kaybetti Sinanoğlu. Kitabı okurken kendimi bu büyük insan ile sohbet ediyor gibi hissettim. Ondan büyük dersler aldım. Umarım siz de onunla sohbet edebilir ve bu dersleri alabilirsiniz. Yapabileceğiniz birçok şeyden ziyade bundan çok mutlu olurdu diye düşünüyorum rahmetli. Bir de ülkemiz, insanımız, dilimiz ve idealimiz uğruna çalışmamızdan sanırım.

Allah rahmet eylesin, yattığın yerde rahat uyu büyük insan.

8 Ocak 2015 Perşembe

ÖYP Kadrolarına Atanacaklar İçin "Atama" ile Alakalı Sıkıcı Ama Gerekli Bilgiler

Sevgili tıp doktorları.

Bir ÖYP tercih dönemi daha geldi geçti ve ÖYP sonuçları açıklandı. Bazılarımız bu kadroları kazanacak ve şahsen hiç sevmediğim, sizin de çok hazzetmediğinizi tahmin ettiğim atama süreçlerine girecek.

Burada atama çeşitlerinden bahsedip, ÖYP kadrolarına atanacak arkadaşlara yol göstermek adına bazı sıkıcı ama gerekli bilgiler paylaşacağım.

Önemli uyarı:
Başlamadan hatırlatayım ki, burada yazılan bilgiler kesin bilgiler değildir, size sadece bir yol göstermek, fikir vermek adına paylaşılmış bilgilerdir. Muhakkak atandığınız üniversite ile koordineli şekilde işinizi yürütün. Onlarla karşılıklı görüşerek adım atın. Devlete ve kurumlarına güven olmaz. Her zaman tetikte olun, yerleşme işlemlerinizi titizlikle takip edin...

Öncelikle atama çeşitleri...

Atama Türleri

Sizin durumunuza göre üç çeşit atama vardır: 1- İlk atama, 2- Naklen atama, 3- Açıktan atama.

1- İlk Atama

Daha önce hiçbir kamu kurumunda (bizim için bu genelde Sağlık Bakanlığı teşkilatı oluyor) çalışmayanlar, genellikle zaten yeni mezun olanlar için açılan atama şekli ilk atamadır. Diğer atama çeşitlerine göre daha basit ve kafa ağrıtmayan bir atama biçimidir.

Tıp doktorlarının ÖYP programının farkına varmasıyla son yıllarda tıp fakültesini bitirir bitirmez ÖYP programlarına atanan tıp doktorları var. Genelde onlar bu şekilde atanmaktadırlar.

2- Açıktan Atama

Bu atama türünde aslında boştasınızdır ama ilk atamadan tek farkı daha önce bir kamu kurumunda çalışmış olmanızdır. Bundan dolayı ilk atama kapsamına girmez. Size faydası öncesinde çalıştığınız kamu kurumundaki çalışmanız da kıdeminize, çalışma sürenize eklenir. Böyle devlet memuru kıdem atlamanız, yıllık izin gibi özlük haklarınız korunmuş olur.

Diyelim ki, mecburi hizmette çalıştınız ama istifa ettiniz. ÖYP'ye atandığınızda istifa etmiş durumda iseniz üniversite sizi "açıktan atama" ile alıyor. Sadece sizden önceki çalıştığınız kurumla alakalı bilgilerinize ulaşmak adına "hizmet belgesi" istiyor.

3- Naklen Atama

Eğer bir kamu kurumunda halihazırda çalışıyorsanız, ÖYP kapsamında atandığınız üniversite sizin için çalıştığınız kurumdan kendisine gelmeniz için "naklen atama" açar. Sizin kendi bünyesine geçmeniz için çalıştığınız kamu kurumundan MUVAFAKATNAME isteğinde bulunur. Muvafakatname, çalıştığınız kamu kurumunun üniversiteye geçmenize izin verdiği belgenin adıdır. Eğer kamu kurumu muvafakat verirse üniversiteye geçebilirsiniz. Eğer vermezse? İşte geldik alengirli noktaya.

Sağlık Bakanlığı'ndan Muvafakat Alma Hususu

Tıp doktorlarının kazandıkları ÖYP kadrosuna geçişinde en çok sıkıntı yaşadıkları nokta Sağlık Bakanlığı'ndan muvafakat yani geçiş izni alma konusudur.

Size süreçten ve bazı önemli noktalardan bahsedeceğim. Baştan yazayım da moraliniz bozulmasın. Artık tıp doktorları olarak ÖYP ile üniversiteye geçişte muvafakat alabiliyoruz. Ama biraz bizleri zorlayabilir. Aşağıda süreci irdeleyelim.

Ne yazık ki, yakın zamana kadar Sağlık Bakanlığı ÖYP programını tanımıyor, kazananlara muvafakat vermemekte diretiyordu. Dava açmakla ya da git-gel ile uğraşmak istemeyen tıp doktorları da istifa ediyor, üniversiteleri ile koordineli bir şekilde üniversitedeki atamalarını "naklen atamadan" "açıktan atamaya" çevirtiyor ve üniversitelerine başlayabiliyorlardı. Böylece istifa hakkınız gidiyor, yolluk da alamıyordunuz. Aslında ÖYP ile atanmanın önünde herhangi bir yasal engel yoktu. Lakin, istifaları önlemek ve doktorların kendisinden kaçmasını önlemek adına Sağlık Bakanlığımız muvafakat vermiyordu. Tabi torpili olanlar her zamanki gibi muvafakat alıyorlardı. Aslında ÖYP ile üniversiteye atanmaya izin vermeniz TUS ile ya da YDUS ile atanmaktan, muvafakat almaktan hiç bir farkı yok. TUS ile kazananlar başları ağrımadan giderken, ÖYP ile kazananlar zorluk yaşıyordu. Son yıllarda tıp doktorları davalarla, gidip gelmelerle ÖYP ile atanma adına muvafakat almaya başladılar. Maalesef ilkler hep zorlanıyor.

Diyelim ki, ÖYP ile bir üniversite kontenjanını kazandınız. Kazandığınız sırada Sağlık Bakanlığı teşkilatında mecburi hizmet ya da bitirmiş bir şekilde çalışıyorsunuz. Kazandığınız üniversite atamanızla alakalı naklen atama kapsamında Sağlık Bakanlığı'ndan muvafakat isteyecek. Bakanlık biraz zorlasa ve uzun sürede de verse artık muvafakat veriyor. Artık birçok emsal var. Muvafakat konusunda sıkıntı yaşayacak olanlar isminin yazılmasına izin veren arkadaşım "Dr. Arif Hüdai KÖKEN"i emsal göstererek muvafakatı zorlayabilirler. Muvafakat alarak geçerseniz hem yolluk almış olursunuz hem de istifa hakkınız gitmemiş olur. Bu açından muvafakat alarak geçin.

Şunu unutmayın ki, Sağlık Bakanlığı'na güvenilmez. Ondan dolayı muvafakatınızın ne durumda olduğunu yakından takip edin. Gerekirse Ankara'ya gelerek elden takip edin, Bakanlığı taciz edin. Yoksa Bakanlık muvafakatname isteğinizi kaybedebilir bile. Evet yanlış duymadınız. Geçmişte Sağlık Bakanlığı içinde kaybolan çok evrak oldu. Gidip bizzat takip edilerek kaldığı yerden çıkarılıp işleme devam ettirilen çok evrak oldu. Ondan dolayı işinizi iyi ve sıkı takip edin.

Eğer istifa edip geçmeniz gerekir ya da muvafakat ile uğraşmak istemezseniz diye ben yine "açıktan atamaya" nasıl geçileceğini yazayım. Eğer ÖYP ile yerleştikten sonra naklen atama ile değil, istifa edip Sağlık Bakanlığı ile uğraşmayıp açıktan atama ile atanmak istiyorsanız yine işinizi sıkı takip etmeniz gerekiyor. Öncelikle üniversitenin atamanızı hangi şekilde istediğini öğrenin. Eğer daha atama isteği çıkmadı ise üniversitenizin "Personel İşleri Dairesi" "Akademik Atama Birimi" "Tıp Fakültesi Dekanlığı" birimleri ile koordineli şekilde süreci yürütün. Onlarla görüşerek atamanızı "açıktan atamaya" çevirin. Eğer Sağlık Bakanlığı'ndan istifa ettiğinize ve ilişiğinizin kesildiğine dair belgeyi bir dilekçe yazarak üniversitenin ilgili birimine teslim ederseniz atamanız daha yapılmadıysa direkt olarak "açıktan atama" olarak çıkar, yok naklen atama olarak zaten çıkmışsa üniversite bunu "açıktan atamaya" çevirir. İstifa ettiyseniz sizi Sağlık Bakanlığı'ndan isteyecek halleri tabi ki yok. Ama dediğim gibi üniversiteniz ile çok iyi koordine olmanız gerekiyor. Ben buraya örnek olarak kendi yaşadığım süreci yazdım. Siz üniversitenizle görüşerek süreci yürütün herhangi bir sıkıntı olmaması için.

Sonuç

Muvafakat alarak atanmayı sonuna kadar zorlayın. Çünkü her aldığımız muvafakat diğerlerimizin alacağı muvafakatı kolaylaştırıyor. ÖYP diye bir program olduğu ve bunun TUS kazanıp gitmekten bir farkı olmadığı Sağlık Bakanlığı'nın o kör gözüne sokuyor.

Sağlık Bakanlığı kendince halkın iyiliği için (!) doktorunu elinde tutmaya, göndermemeye, istifa ettirmemeye çalışıyor. Doktoru tutmak, istifa ettirmemek zorlamalarla, yasaklarla, insafsız işlerle olmuyor. Doktoruna değer vermekle, insan yerine koymakla oluyor. Bu bakışlarını değiştirmedikleri sürece istedikleri kadar mecburi hizmet koysunlar, istedikleri kadar para versinler bu sorun çözülmez. Anlayana tabi.

İyi atamalar...

7 Ocak 2015 Çarşamba

Patofizyoloji ve Biyopsikososyal Olarak Tam Bir İyilik Hali

Sevgili arkadaşlar. Hepinize iyi günler, mutlu ve başarılı yeni yıllar dilerim.

Bu yazıyı ismim olan Patofizyolog'un anlamını açıklayarak yanlış anlaşılmalara fırsat vermemek ve kısmen sağlıkla alakalı bazı kavramlardan bahsetmek üzere yazıyorum. ÖYP tercihlerinin bitmesini bekledim yazmak için.

Patofizyolog'un Anlamı

Patofizyolog, patofizyoloji ilmi ile uğraşan kişi demektir, doğru. Patofizyoloji ise önce bir sistemin fizyolojisini yani nasıl çalıştığını anlayarak daha sonra nasıl bozulduğunu yani patolojisini anlamayı sistematik hale getiren çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir bilimdir. Patofizyoloji özellikle 2. ve 3. sınıf tıp öğrencileri tarafından çok önemsenmeli ve iyi bir doktor olmak için muhakkak iyi öğrenilmeli ve özümsenilmelidir. Patofizyolojinin çok iyi öğrenilmesi tıp öğrencisi arkadaşlarımızın 4. sınıf ve sonrasındaki klinik bilimler döneminde, TUS sınavında ve tıp hayatlarında çok işlerine yarayacaktır.

Bu patofizyolog olan ismimden sonra bazı arkadaşlar beni patolog ya da fizyolog sanmakta. İkisi de değilim. Blogumun sağ tarafındaki yazıda da geçtiği gibi patofizyolojiyi tıptan bağımsız olarak hayattaki neden ve sonuçları sistematik olarak inceleyen bir sembol, bir imge olarak görmekteyim. Patofizyolog ismini almamın nedeni de budur. Blogumun sağ tarafında da yazdığım gibi: "Hayatta hep neden sonuç vardır. Aynı zamanda normal ve anormal vardır. Bunları birbirine bağlayan ise patofizyolojidir. Patofizyoloji sadece bir tıbbi terim değil hayata bakış açısıdır."

Ne fizyologum ne de patolog. Sadece hayatı neden ve sonuçlara göre incelemeye, görmeye çalışan bir tıp doktoruyum.

Patofizyoloji ve Biyopsikososyal Olarak Tam Bir İyilik Hali

Patofizyoloji, tıpta vücudun çalışmasını ve nasıl bozulduğunu, yani hastalıkların çıkış noktalarını temsil eder. Diğer yandan insan, davranış bilimcilerin ve sosyal bilimcilerin dediği üzere, biyopsikososyal bir varlıktır. Yani insan sadece hastalıklara ve fizyolojiye indirgenecek kadar basit bir varlık değil; aynı zamanda bir ruha, yani psikolojiye ve bir toplumsal hayata yani sosyolojiye de sahip olan bir varlıktır. Ve bu faktörlerin (biyoloji, psikoloji ve sosyoloji) her biri sağlığı etkilemektedir. Bunların en az biyoloji kadar sağlığı etkilediğini kanıtlayabilirim.

Örneğin, psikolojinin sağlığı etkilemesine en önemli örnek plasebolar ve plasebo etkisidir. İlaç olmadığı halde ilaç olarak verilen maddelere plasebo denir. Genel olarak ilaç deneylerinde gerçek ilacın karşısına kontrol grubu olarak kullanılır. Örneğin, gerçek ilaçla %25 iyileşme gerçekleşiyor, plasebo ile %5 iyileşme gerçekleşiyorsa ilaca bağlanan iyileşme %25 - %5 = %20 iyileşmedir. Bazen hiç umut olmayan kanser hastalarında en azından bir umuda bağlanabilmeleri adına plasebo ile umut verilir ve plasebo kişiyi yüksek düzeyde iyileştirme ihtimali olan bir ilaç olarak sunulur. Bu hastalarda iyileştirebilecek bir ilacın moralini ve psikolojik ruh halini oluşturan plasebo hakikaten belli bir yüzdede iyileşmeye neden olur. Diyelim bu grup plasebo ile %7 iyileşmiş olsun. Aynı ilacı "kullanın ama çok bir şey beklemeyin" diye verirseniz belki de iyileşme yüzdesi %2-3'e düşer. İşte aradaki fark insanın moral durumunun, ruh halinin fizyolojiye etkisidir. Diğer yandan psikosomatik hastalıklar bile psikolojinin fizyolojiyi ne denli etkileyebildiğinin kanıtıdır.

Sosyoloji yani toplumsal dinamiklerin sağlık üzerine etkisine gelelim. Terminal yani son dönem hastaların (siroz, kanser, infeksiyon fark etmez) yakınları, eşi dostu yanında olanların, bu süreçte yalnız kalanlara göre daha iyi yaşadığı belirlenmiştir. Diyebiliriz ki, toplumsal bağları daha güçlü olanların morbidite yani hastalanma ve mortalite yani ölüm ihtimalleri toplumsal bağları zayıf olanlara göre daha düşüktür. Diğer yandan toplumsal durumların insan sağlığını ne düzeyde etkileyebileceği ile alakalı güzel bir örnek bundan yaklaşık 100 sene önce Durkheim'ın sosyolojik çalışmalarına dayanmaktadır. Durkheim, intiharlar ve nedenleri üzerine çalışmıştır (bildiğiniz gibi İntihar diye bir kitabı da vardır). Toplumsal hızlı değişimlerin (kentleşme, hızlı kültürel değişimler), ekonomik kriz ve toplumsal ahlaki buhranların toplumdaki intiharların artışıyla bağlantılı olduğunu görmüştür. Ekonomik krizler ve ahlaki buhranlar arttıkça intiharlar, hastalıklar, ölümler artmaktadır. Ayrıca "anomik intihar" diye bir kavram ortaya atmıştır. Toplumdaki hızlı sosyal değişimler ve kaos  deneyimi sonucunda hayatın ve amaçlarının anlamını yitirmesinden kaynaklanan intihara denmektedir. Bakınız, bu insanların çoğu biyolojik olarak tamamen sağlıklı, toplumsal nedenli olaylar haricinde bir psikolojik sıkıntıları yok. Ama toplumsal nedenlerle sağlığın olmayışına yani ölüme kendi elleri ile gitmekteler. Bu da toplumun bireyin sağlığı üzerindeki rolüdür.

Biyopsikososyal Olarak Tam Bir İyilik Hali

Yukarıdaki ve diğer gelişmelerle insanoğlunun sadece biyolojik bir varlık olmadığı anlaşılmıştır. Biyolojinin yanında bir psikolojisi ve sosyolojisi de vardır. Bundan dolayı sağlığı da sadece biyolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal olarak görmeliyiz. Sadece biyolojik sağlık yani hastalıklar ve sakatlıklar eskide kaldı. Zaten Dünya Sağlık Örgütü'nün güncel sağlık tanımında bu değişim ve dönüşüm vurgulanmaktadır. DSÖ der ki: "Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil; aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik halidir." Biyolojik ve sosyal olarak hiçbir sıkıntısı olmayan somatizasyon bozukluğuna sahip bir kadına sağlıklı diyebilir miyiz? Ülkemizde aşiret baskılarıyla intihara sürüklenen ama hiçbir biyolojik ve ruhsal bozukluğu olmayan genç kızlarımıza sağlıklı diyebilir miyiz? O zaman DSÖ'nün dediği gibi sağlığı sadece hastalık ve sakatlıkların olmayışı olarak göremeyiz. Aynı zamanda biyopsikososyal olarak tam bir iyilik hali hedeflemeliyiz. Kabul edilmelidir ki, DSÖ'nün bu konuda tam bir iyilik hali demesi biraz ütopiktir, hedef ve amaç hükmündedir. Sağlık çalışanlarına gösterilmiş bir hedeftir. Olunabilecek en iyi biyopsikososyal iyilik haline ulaşmak daha gerçekçidir. Lakin, biyolojinin yanında psikolojik ve sosyal sağlığı ve iyilik halini de güçlü şekilde vurgulaması açısından önemlidir.

Sonuç

Ey tıp doktorları. Hastaları sadece birer biyolojik makine olarak görmeyi bırakmalıyız. Onların da bir psikolojisi ve yaşadıkları, ait oldukları bir toplum ve çevre var. Hastalarımızı değerlendirirken, tedavilerini düzenlerken, onlarla olan ilişkilerimizde bunları göz önünde bulundurmalıyız. Yoksa tıp bilgisi kadar filozofinin ve insanlarla iletişimin de  önemli olduğu / olmaya başladığı günümüzde iyi birer tıp doktoru olamaz, treni kaçırırız.

İyi birer tıp doktoru olmak yolunda başarılar dilerim.