8 Ocak 2015 Perşembe

ÖYP Kadrolarına Atanacaklar İçin "Atama" ile Alakalı Sıkıcı Ama Gerekli Bilgiler

Sevgili tıp doktorları.

Bir ÖYP tercih dönemi daha geldi geçti ve ÖYP sonuçları açıklandı. Bazılarımız bu kadroları kazanacak ve şahsen hiç sevmediğim, sizin de çok hazzetmediğinizi tahmin ettiğim atama süreçlerine girecek.

Burada atama çeşitlerinden bahsedip, ÖYP kadrolarına atanacak arkadaşlara yol göstermek adına bazı sıkıcı ama gerekli bilgiler paylaşacağım.

Önemli uyarı:
Başlamadan hatırlatayım ki, burada yazılan bilgiler kesin bilgiler değildir, size sadece bir yol göstermek, fikir vermek adına paylaşılmış bilgilerdir. Muhakkak atandığınız üniversite ile koordineli şekilde işinizi yürütün. Onlarla karşılıklı görüşerek adım atın. Devlete ve kurumlarına güven olmaz. Her zaman tetikte olun, yerleşme işlemlerinizi titizlikle takip edin...

Öncelikle atama çeşitleri...

Atama Türleri

Sizin durumunuza göre üç çeşit atama vardır: 1- İlk atama, 2- Naklen atama, 3- Açıktan atama.

1- İlk Atama

Daha önce hiçbir kamu kurumunda (bizim için bu genelde Sağlık Bakanlığı teşkilatı oluyor) çalışmayanlar, genellikle zaten yeni mezun olanlar için açılan atama şekli ilk atamadır. Diğer atama çeşitlerine göre daha basit ve kafa ağrıtmayan bir atama biçimidir.

Tıp doktorlarının ÖYP programının farkına varmasıyla son yıllarda tıp fakültesini bitirir bitirmez ÖYP programlarına atanan tıp doktorları var. Genelde onlar bu şekilde atanmaktadırlar.

2- Açıktan Atama

Bu atama türünde aslında boştasınızdır ama ilk atamadan tek farkı daha önce bir kamu kurumunda çalışmış olmanızdır. Bundan dolayı ilk atama kapsamına girmez. Size faydası öncesinde çalıştığınız kamu kurumundaki çalışmanız da kıdeminize, çalışma sürenize eklenir. Böyle devlet memuru kıdem atlamanız, yıllık izin gibi özlük haklarınız korunmuş olur.

Diyelim ki, mecburi hizmette çalıştınız ama istifa ettiniz. ÖYP'ye atandığınızda istifa etmiş durumda iseniz üniversite sizi "açıktan atama" ile alıyor. Sadece sizden önceki çalıştığınız kurumla alakalı bilgilerinize ulaşmak adına "hizmet belgesi" istiyor.

3- Naklen Atama

Eğer bir kamu kurumunda halihazırda çalışıyorsanız, ÖYP kapsamında atandığınız üniversite sizin için çalıştığınız kurumdan kendisine gelmeniz için "naklen atama" açar. Sizin kendi bünyesine geçmeniz için çalıştığınız kamu kurumundan MUVAFAKATNAME isteğinde bulunur. Muvafakatname, çalıştığınız kamu kurumunun üniversiteye geçmenize izin verdiği belgenin adıdır. Eğer kamu kurumu muvafakat verirse üniversiteye geçebilirsiniz. Eğer vermezse? İşte geldik alengirli noktaya.

Sağlık Bakanlığı'ndan Muvafakat Alma Hususu

Tıp doktorlarının kazandıkları ÖYP kadrosuna geçişinde en çok sıkıntı yaşadıkları nokta Sağlık Bakanlığı'ndan muvafakat yani geçiş izni alma konusudur.

Size süreçten ve bazı önemli noktalardan bahsedeceğim. Baştan yazayım da moraliniz bozulmasın. Artık tıp doktorları olarak ÖYP ile üniversiteye geçişte muvafakat alabiliyoruz. Ama biraz bizleri zorlayabilir. Aşağıda süreci irdeleyelim.

Ne yazık ki, yakın zamana kadar Sağlık Bakanlığı ÖYP programını tanımıyor, kazananlara muvafakat vermemekte diretiyordu. Dava açmakla ya da git-gel ile uğraşmak istemeyen tıp doktorları da istifa ediyor, üniversiteleri ile koordineli bir şekilde üniversitedeki atamalarını "naklen atamadan" "açıktan atamaya" çevirtiyor ve üniversitelerine başlayabiliyorlardı. Böylece istifa hakkınız gidiyor, yolluk da alamıyordunuz. Aslında ÖYP ile atanmanın önünde herhangi bir yasal engel yoktu. Lakin, istifaları önlemek ve doktorların kendisinden kaçmasını önlemek adına Sağlık Bakanlığımız muvafakat vermiyordu. Tabi torpili olanlar her zamanki gibi muvafakat alıyorlardı. Aslında ÖYP ile üniversiteye atanmaya izin vermeniz TUS ile ya da YDUS ile atanmaktan, muvafakat almaktan hiç bir farkı yok. TUS ile kazananlar başları ağrımadan giderken, ÖYP ile kazananlar zorluk yaşıyordu. Son yıllarda tıp doktorları davalarla, gidip gelmelerle ÖYP ile atanma adına muvafakat almaya başladılar. Maalesef ilkler hep zorlanıyor.

Diyelim ki, ÖYP ile bir üniversite kontenjanını kazandınız. Kazandığınız sırada Sağlık Bakanlığı teşkilatında mecburi hizmet ya da bitirmiş bir şekilde çalışıyorsunuz. Kazandığınız üniversite atamanızla alakalı naklen atama kapsamında Sağlık Bakanlığı'ndan muvafakat isteyecek. Bakanlık biraz zorlasa ve uzun sürede de verse artık muvafakat veriyor. Artık birçok emsal var. Muvafakat konusunda sıkıntı yaşayacak olanlar isminin yazılmasına izin veren arkadaşım "Dr. Arif Hüdai KÖKEN"i emsal göstererek muvafakatı zorlayabilirler. Muvafakat alarak geçerseniz hem yolluk almış olursunuz hem de istifa hakkınız gitmemiş olur. Bu açından muvafakat alarak geçin.

Şunu unutmayın ki, Sağlık Bakanlığı'na güvenilmez. Ondan dolayı muvafakatınızın ne durumda olduğunu yakından takip edin. Gerekirse Ankara'ya gelerek elden takip edin, Bakanlığı taciz edin. Yoksa Bakanlık muvafakatname isteğinizi kaybedebilir bile. Evet yanlış duymadınız. Geçmişte Sağlık Bakanlığı içinde kaybolan çok evrak oldu. Gidip bizzat takip edilerek kaldığı yerden çıkarılıp işleme devam ettirilen çok evrak oldu. Ondan dolayı işinizi iyi ve sıkı takip edin.

Eğer istifa edip geçmeniz gerekir ya da muvafakat ile uğraşmak istemezseniz diye ben yine "açıktan atamaya" nasıl geçileceğini yazayım. Eğer ÖYP ile yerleştikten sonra naklen atama ile değil, istifa edip Sağlık Bakanlığı ile uğraşmayıp açıktan atama ile atanmak istiyorsanız yine işinizi sıkı takip etmeniz gerekiyor. Öncelikle üniversitenin atamanızı hangi şekilde istediğini öğrenin. Eğer daha atama isteği çıkmadı ise üniversitenizin "Personel İşleri Dairesi" "Akademik Atama Birimi" "Tıp Fakültesi Dekanlığı" birimleri ile koordineli şekilde süreci yürütün. Onlarla görüşerek atamanızı "açıktan atamaya" çevirin. Eğer Sağlık Bakanlığı'ndan istifa ettiğinize ve ilişiğinizin kesildiğine dair belgeyi bir dilekçe yazarak üniversitenin ilgili birimine teslim ederseniz atamanız daha yapılmadıysa direkt olarak "açıktan atama" olarak çıkar, yok naklen atama olarak zaten çıkmışsa üniversite bunu "açıktan atamaya" çevirir. İstifa ettiyseniz sizi Sağlık Bakanlığı'ndan isteyecek halleri tabi ki yok. Ama dediğim gibi üniversiteniz ile çok iyi koordine olmanız gerekiyor. Ben buraya örnek olarak kendi yaşadığım süreci yazdım. Siz üniversitenizle görüşerek süreci yürütün herhangi bir sıkıntı olmaması için.

Sonuç

Muvafakat alarak atanmayı sonuna kadar zorlayın. Çünkü her aldığımız muvafakat diğerlerimizin alacağı muvafakatı kolaylaştırıyor. ÖYP diye bir program olduğu ve bunun TUS kazanıp gitmekten bir farkı olmadığı Sağlık Bakanlığı'nın o kör gözüne sokuyor.

Sağlık Bakanlığı kendince halkın iyiliği için (!) doktorunu elinde tutmaya, göndermemeye, istifa ettirmemeye çalışıyor. Doktoru tutmak, istifa ettirmemek zorlamalarla, yasaklarla, insafsız işlerle olmuyor. Doktoruna değer vermekle, insan yerine koymakla oluyor. Bu bakışlarını değiştirmedikleri sürece istedikleri kadar mecburi hizmet koysunlar, istedikleri kadar para versinler bu sorun çözülmez. Anlayana tabi.

İyi atamalar...

7 Ocak 2015 Çarşamba

Patofizyoloji ve Biyopsikososyal Olarak Tam Bir İyilik Hali

Sevgili arkadaşlar. Hepinize iyi günler, mutlu ve başarılı yeni yıllar dilerim.

Bu yazıyı ismim olan Patofizyolog'un anlamını açıklayarak yanlış anlaşılmalara fırsat vermemek ve kısmen sağlıkla alakalı bazı kavramlardan bahsetmek üzere yazıyorum. ÖYP tercihlerinin bitmesini bekledim yazmak için.

Patofizyolog'un Anlamı

Patofizyolog, patofizyoloji ilmi ile uğraşan kişi demektir, doğru. Patofizyoloji ise önce bir sistemin fizyolojisini yani nasıl çalıştığını anlayarak daha sonra nasıl bozulduğunu yani patolojisini anlamayı sistematik hale getiren çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir bilimdir. Patofizyoloji özellikle 2. ve 3. sınıf tıp öğrencileri tarafından çok önemsenmeli ve iyi bir doktor olmak için muhakkak iyi öğrenilmeli ve özümsenilmelidir. Patofizyolojinin çok iyi öğrenilmesi tıp öğrencisi arkadaşlarımızın 4. sınıf ve sonrasındaki klinik bilimler döneminde, TUS sınavında ve tıp hayatlarında çok işlerine yarayacaktır.

Bu patofizyolog olan ismimden sonra bazı arkadaşlar beni patolog ya da fizyolog sanmakta. İkisi de değilim. Blogumun sağ tarafındaki yazıda da geçtiği gibi patofizyolojiyi tıptan bağımsız olarak hayattaki neden ve sonuçları sistematik olarak inceleyen bir sembol, bir imge olarak görmekteyim. Patofizyolog ismini almamın nedeni de budur. Blogumun sağ tarafında da yazdığım gibi: "Hayatta hep neden sonuç vardır. Aynı zamanda normal ve anormal vardır. Bunları birbirine bağlayan ise patofizyolojidir. Patofizyoloji sadece bir tıbbi terim değil hayata bakış açısıdır."

Ne fizyologum ne de patolog. Sadece hayatı neden ve sonuçlara göre incelemeye, görmeye çalışan bir tıp doktoruyum.

Patofizyoloji ve Biyopsikososyal Olarak Tam Bir İyilik Hali

Patofizyoloji, tıpta vücudun çalışmasını ve nasıl bozulduğunu, yani hastalıkların çıkış noktalarını temsil eder. Diğer yandan insan, davranış bilimcilerin ve sosyal bilimcilerin dediği üzere, biyopsikososyal bir varlıktır. Yani insan sadece hastalıklara ve fizyolojiye indirgenecek kadar basit bir varlık değil; aynı zamanda bir ruha, yani psikolojiye ve bir toplumsal hayata yani sosyolojiye de sahip olan bir varlıktır. Ve bu faktörlerin (biyoloji, psikoloji ve sosyoloji) her biri sağlığı etkilemektedir. Bunların en az biyoloji kadar sağlığı etkilediğini kanıtlayabilirim.

Örneğin, psikolojinin sağlığı etkilemesine en önemli örnek plasebolar ve plasebo etkisidir. İlaç olmadığı halde ilaç olarak verilen maddelere plasebo denir. Genel olarak ilaç deneylerinde gerçek ilacın karşısına kontrol grubu olarak kullanılır. Örneğin, gerçek ilaçla %25 iyileşme gerçekleşiyor, plasebo ile %5 iyileşme gerçekleşiyorsa ilaca bağlanan iyileşme %25 - %5 = %20 iyileşmedir. Bazen hiç umut olmayan kanser hastalarında en azından bir umuda bağlanabilmeleri adına plasebo ile umut verilir ve plasebo kişiyi yüksek düzeyde iyileştirme ihtimali olan bir ilaç olarak sunulur. Bu hastalarda iyileştirebilecek bir ilacın moralini ve psikolojik ruh halini oluşturan plasebo hakikaten belli bir yüzdede iyileşmeye neden olur. Diyelim bu grup plasebo ile %7 iyileşmiş olsun. Aynı ilacı "kullanın ama çok bir şey beklemeyin" diye verirseniz belki de iyileşme yüzdesi %2-3'e düşer. İşte aradaki fark insanın moral durumunun, ruh halinin fizyolojiye etkisidir. Diğer yandan psikosomatik hastalıklar bile psikolojinin fizyolojiyi ne denli etkileyebildiğinin kanıtıdır.

Sosyoloji yani toplumsal dinamiklerin sağlık üzerine etkisine gelelim. Terminal yani son dönem hastaların (siroz, kanser, infeksiyon fark etmez) yakınları, eşi dostu yanında olanların, bu süreçte yalnız kalanlara göre daha iyi yaşadığı belirlenmiştir. Diyebiliriz ki, toplumsal bağları daha güçlü olanların morbidite yani hastalanma ve mortalite yani ölüm ihtimalleri toplumsal bağları zayıf olanlara göre daha düşüktür. Diğer yandan toplumsal durumların insan sağlığını ne düzeyde etkileyebileceği ile alakalı güzel bir örnek bundan yaklaşık 100 sene önce Durkheim'ın sosyolojik çalışmalarına dayanmaktadır. Durkheim, intiharlar ve nedenleri üzerine çalışmıştır (bildiğiniz gibi İntihar diye bir kitabı da vardır). Toplumsal hızlı değişimlerin (kentleşme, hızlı kültürel değişimler), ekonomik kriz ve toplumsal ahlaki buhranların toplumdaki intiharların artışıyla bağlantılı olduğunu görmüştür. Ekonomik krizler ve ahlaki buhranlar arttıkça intiharlar, hastalıklar, ölümler artmaktadır. Ayrıca "anomik intihar" diye bir kavram ortaya atmıştır. Toplumdaki hızlı sosyal değişimler ve kaos  deneyimi sonucunda hayatın ve amaçlarının anlamını yitirmesinden kaynaklanan intihara denmektedir. Bakınız, bu insanların çoğu biyolojik olarak tamamen sağlıklı, toplumsal nedenli olaylar haricinde bir psikolojik sıkıntıları yok. Ama toplumsal nedenlerle sağlığın olmayışına yani ölüme kendi elleri ile gitmekteler. Bu da toplumun bireyin sağlığı üzerindeki rolüdür.

Biyopsikososyal Olarak Tam Bir İyilik Hali

Yukarıdaki ve diğer gelişmelerle insanoğlunun sadece biyolojik bir varlık olmadığı anlaşılmıştır. Biyolojinin yanında bir psikolojisi ve sosyolojisi de vardır. Bundan dolayı sağlığı da sadece biyolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal olarak görmeliyiz. Sadece biyolojik sağlık yani hastalıklar ve sakatlıklar eskide kaldı. Zaten Dünya Sağlık Örgütü'nün güncel sağlık tanımında bu değişim ve dönüşüm vurgulanmaktadır. DSÖ der ki: "Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil; aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik halidir." Biyolojik ve sosyal olarak hiçbir sıkıntısı olmayan somatizasyon bozukluğuna sahip bir kadına sağlıklı diyebilir miyiz? Ülkemizde aşiret baskılarıyla intihara sürüklenen ama hiçbir biyolojik ve ruhsal bozukluğu olmayan genç kızlarımıza sağlıklı diyebilir miyiz? O zaman DSÖ'nün dediği gibi sağlığı sadece hastalık ve sakatlıkların olmayışı olarak göremeyiz. Aynı zamanda biyopsikososyal olarak tam bir iyilik hali hedeflemeliyiz. Kabul edilmelidir ki, DSÖ'nün bu konuda tam bir iyilik hali demesi biraz ütopiktir, hedef ve amaç hükmündedir. Sağlık çalışanlarına gösterilmiş bir hedeftir. Olunabilecek en iyi biyopsikososyal iyilik haline ulaşmak daha gerçekçidir. Lakin, biyolojinin yanında psikolojik ve sosyal sağlığı ve iyilik halini de güçlü şekilde vurgulaması açısından önemlidir.

Sonuç

Ey tıp doktorları. Hastaları sadece birer biyolojik makine olarak görmeyi bırakmalıyız. Onların da bir psikolojisi ve yaşadıkları, ait oldukları bir toplum ve çevre var. Hastalarımızı değerlendirirken, tedavilerini düzenlerken, onlarla olan ilişkilerimizde bunları göz önünde bulundurmalıyız. Yoksa tıp bilgisi kadar filozofinin ve insanlarla iletişimin de  önemli olduğu / olmaya başladığı günümüzde iyi birer tıp doktoru olamaz, treni kaçırırız.

İyi birer tıp doktoru olmak yolunda başarılar dilerim.